Dil Seçiniz
İletişim Bilgileri

Aydın DAĞLI*/Türkiye

Aydın DAĞLI*/Türkiye

Aydın DAĞLI*/Türkiye

Aydın DAĞLI*/Türkiye

 

 

Selâhaddîn Eyyûbî Tecrübesinden Doğru İstifade İçin Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar

Şüphesiz Selâhaddîn Eyyûbî'nin (rahmetullahi aleyh) Kudüs'ü işgalden kurtarması hadisesi büyük bir olaydır. Muhterem üstatlarımız bu hadiseyi farklı yönleriyle ele aldılar. Ben de tarihin bizim için neden önemli olduğu hususuna değinmek istiyorum. Sonra da genelde tarihten özelde de Selâhaddîn tecrübesinden istifade edilirken dikkat edilmesi gereken bazı noktalara değinmek istiyorum.

Allah Teala'nın kozmik alemde geçerli olan 'yerçekimi yasası' gibi, toplumsal hayatta da cari olan yasaları vardır. Bu yasalar tüm toplumlar için geçerli olup değişiklik göstermemektedir.

“Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın." (Fatır Suresi, 35/43) Ancak toplumsal yasaların işleyişi uzun bir zaman diliminde gerçekleştiğinden insanın sınırlı ömrü içinde bunu tecrübe etmesi mümkün değildir.

Bu sünnetleri keşfetmenin tek yolu tarihe müracaat etmek, ona ibret nazarıyla bakarak olayların sebeplerini ve sonuçlarını karşılaştırmak sonra da onunla günümüzü aydınlatmaktır. Baktığımızda Kur'an-ı Kerim'in de hakikatin anlaşılması noktasında tarihi, önemli bir bilgi kaynağı olarak önümüze koyduğunu görürüz. Ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur: "Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip-dolaşın da ya/anlayanların sonu (akıbet) nasıl oldu bir görün. Bu (Kur'an) insanlar için bir beyan sakınanlar için de bir hidayet ve öğüt tür." (Ali İmran 137-138) Bu ayeti kerime ile ilgili farklı tefsirler olmakla beraber ayetin tefsiri ile ilgili güçlü bir olasılık da burada insanlar için beyan, hidayet ve sakınanlar için öğüt olan hususun geçmiş milletlerin yaşadıkları başka bir anlatımla tarih olduğu anlaşılmaktadır. Şüphesiz Allah'ın kitapları ve elçileri için kullanılan beyan, hidayet ve meviza sıfatlarının tarih için kullanılması son derece önemlidir.

Tarih son derece önemli olmakla beraber tarihten istifadeyi engelleyen ciddi bariyerler de mevcuttur, bunlar;

1- Bunlardan ilki tarihin bir övgü ve yergi malzemesi olarak kullanılmasıdır. Ayeti kerimede geçmiş milletlerle ilgili şöyle buyurulmaktadır: "Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz." (Bakara Suresi, 134)

Geçmiştekilerin başarıları bizim başarımız olamaz. Dolayısıyla onları sürekli övmekle biz bugün başarmış olmayacağız. Aksine geçmiş başarıların bizde oluşturduğu sahte tatmin duygusu, bizi bugünkü yükümlülüklerimizi yerine getirmekten alıkoyabilir de. Öte taraftan tarihi kişilikleri veya toplumları yermekle de herhangi bir kazanç elde etmiş olmayız. Bu durumda tarihle ilişkimizi doğru bir zemine oturtmalıyız. Daha açık bir ifade ile tarih, bir övgü ya da yergi için kullanılmamalı bunun yerine ondan istifade yoluna gitmeli ve Allah Teala'nın toplumlara uyguladığı değişmez sünnetlerini buradan öğrenip bundan dersler alınmalıdır.

Yanlış anlaşılmasın! Elbette ki önemli işler başarmış tarihi şahsiyetlerimizle övüneceğiz onları çocuklarımıza gençlerimize rol model olarak göstereceğiz. Ancak burada sakıncalı olan husus bununla yetinerek yaşananları yeterince tahlil etmemek ve o deneyimlerden istifade etmemektir. 

Selâhaddîn tecrübesi üzerinden gidersek; onun tecrübesinden istifade etmek istiyorsak, onu sadece hamasi övgülerin malzemesi yapmakla yetinmemeliyiz. Aksine tecrübesini derinlemesine incelemeli ve yaşadıklarını tüm boyutlarıyla ele almalıyız. Eğer tarihi sadece bir övgü ve yergi malzemesi yapmazsak sadece başarı hikayelerinden değil; başarısızlıklardan bile ciddi dersler ve ibretler alırız. Dolayısıyla Kudüs'ün 1187'de ele geçirilmesi kadar 1099'da neden ve nasıl kaybedildiğinin üzerinde de durmak gerekir. Belki de zamanında Kudüs'ün nasıl kaybedildiğinin sebepleri yeterince incelenseydi ikinci defa bu tehlikeyle karşı karşıya kalmazdık.

 

2- Tarihi tecrübeden doğru istifade edebilmek için yukarıdaki ayeti kerimelerin yanı sıra tarih değerlendirmelerinde çokça düşülen bir hataya daha dikkat çekmek faydalı olacaktır: Anakronizm. Anakronizm, bir çağın gerçekliğine uymayan anlayışları o çağa atfetmektir. Özellikle bugünün gerçekliği esas alınarak tarih değerlendirilmeye çalışıldığında anakronizme düşmek neredeyse kaçınılmazdır. Selâhaddîn döneminde herkes kendini din üzerinden tanımlıyordu. Din, kimliğin en önemli parçasını oluşturuyordu. Buna karşın bugünkü anlamıyla ulus milliyetçiliği üzerinden bir kimlik oluşturma ya da kadın hareketleri gibi cinsiyet üzerinden veya gençlik hareketleri gibi yaş üzerinden bir kimlik tanımlanması yoktu. Kısacası bizimle o günkü çağın anlayış farklılığını hep hatırda tutmak gerekir. Özellikle milliyetçiliğin ortaya çıktığı Fransız İhtilalinden sonra; her türlü değerlendirmenin içine milliyetçilik anlayışı bir şekilde müdahil olduğundan kalkıp o günü de bu anlayış­ la değerlendirmek son derece yanlış olacaktır.

 

3- Öte taraftan Selâhaddîn'in muhatapları ve savaştıkları Yahudiler değil Hıristiyanlardı. Bu önemli bir farklılıktır ve bu farklılığın çeşitli yönleriyle ele alınması gerekmektedir. Bir yönüyle düşmanımızın Yahudilerden oluşması bizim için avantaj oluşturabileceği gibi bir yönüyle de dezavantaj doğurabilir. Fakat durum ne olursa olsun bu farklılığın iyi bir tahlilinin yapılması gerekmektedir. Doğrusu Selâhaddîn dönemindeki Müslümanlar ile bu günkü Müslümanlar da ciddi bir şekilde farklılaşmış bulunmaktadır. O dönemde yeterince muktedir olmazsa bile Müslümanların başında hepsini temsilen bir halife bulunmaktaydı. Müslümanlar ulus devletlere bölünmemişlerdi. Kimi benzerlikler ve kimi farklılıklarla beraber sonuçta aradan geçen 833 yılın iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.

Özetlersem; tarihin o dönemini, bugünkü anlayışla değerlendirme yanılgısına düşmekten kaçınmamız gerektiği gibi, o günkü kendine has tarihi şartları iyice tahlil etmeden o günkü tecrübeyi olduğu gibi bugüne taşıma yanılgısından da kaçınmamız gerekmektedir.

 

4- Son olarak şunu da vurgulamak istiyorum. İnsanlar her zaman mantıklarıyla davranmazlar. Bugün her birimiz de duyguların ne kadar baskın olduğunu biliriz. Aynen bizim gibi tarihi şahsiyetler de her zaman mantıklarıyla hareket etmemişlerdir. Tarih ilmi, olayları bir sebep-sonuç zinciri içinde açıklama eğiliminde olduğu için tarihi aktörlerin attıkları tüm adımlara da mantıklı gerekçeler bulmaya çalışır. Oysa bugün olduğu gibi geçmişte de birçok kararda mantıktan daha fazla duygular ve hissiyat etkili olmuştur. Bu hususu da göz önünde bulundurmak ve ele aldığımız aktörlerin duygularını ve hissiyatlarını da hesaba katmak zorundayız. Aksi takdirde her şeyi bir mantık silsilesi içinde ele almaya çalışırsak yanlış sonuçlara ulaşabiliriz.

Nihayette bu toplantının başarılı olması ve toplantıdan o günkü tecrübeyi bugüne aktarabilecek ciddi bir yol haritasının çıkması temennisiyle konuşmama son veriyor, muhterem katılımcıları ve izleyenlerimizi saygıyla selamlıyorum.

Vel hamdulillahi Rabbil alemin.

 

*Bu Yazı, Aydın DAĞLI’nın, 3 Ekim 2020 tarihli 2. Selâhaddîn-î Eyyûbî Sempozyumunda konuşmasına yaptığı konuşmadır.