Selâhaddîn-i Eyyûbî’yi Anlatan Klasik Eserler / Fethu'l-kussî fi'l-fethi'l-kudsî -3
Eserin Adı: el-Fethu'l-kussî fi'l-fethi'l-kudsî
Müellifi: Ebû Abdillâh İmâdüddîn Muhammed b. Safiyyiddîn Muhammed b. Hâmid el-Kâtib el-İsfahânî (ö.597/1201)
Yayınevi: Dârü’l-menâr
Baskı Yılı: 2004, Kahire
Sayfa Aralığı: 41-48
Çevirmen: Cihan FİRUZ
583 Yılı Olayları
Sultan Selâhaddîn Eyyûbî tüm bölgelere cihada hazırlık yapılması için haber gönderdi. Emirlere yapabildikleri kadar hazırlık yapılması talimatı verdi. Köylerden, kasabalardan ve şehirlerden halk akın akın cihat için yola koyuldu. Sultan Selâhaddin de gerekli hazırlığı yaptıktan sonra Cumartesi günü Dımaşk’tan yola çıktı.
Sultan, daha sonra Basra’daki Selâmet Sarayında karargahını kurup hac kafilesini gözetlemeye başladı. Kerek Prensi’nin başını çektiği bir grup Haçlı, hac kafilesine baskın düzenlemek istiyordu. Haçlıların Kerek Prensi için bu durum kaçırılmaz bir fırsattı. Fakat Sultan’ın bölgeye intikal ettiğini haber alan Haçlıların Kerek Prensi, ruhu cesedinden çıkmadan kalesine sığındı. Sultan’ın bölgeye gelmesinden sonra hac kafilesi güvenli bir şekilde yoluna devam etti.
Sultan, gerekli sayıya ulaşmak için Mısır birliklerinin bölgeye intikalini bekledi. Sultan, sefere çıkmakla kalmak arasında kararsız kaldı. Daha sonra büyük oğlu Melikü’l-Efdal’i, komutanları toplayıp Ra’s-el-Mâ mevkiinde kalan askerlerin toplanmasını beklemesini emretti. Askerler bu bölgede toplanmaya başladı.
Sultan Selâhaddin, yanındaki birliklerle beraber Kerek’e doğru hareket etti. Sultan, bölgeye bir dizi saldırılar düzenledi. Bölge Haçlılardan arındırıldı. Kürtlerden ve Türklerden oluşan birlikler bölgeye girdi. Sultan, daha sonra Şevbek üzerine yürüdü. Şevbek’i tahrip etti. Haçlılar sabah uyandığında gündüzleri gece, geceleri gündüz olmuştu sanki. Dünyaları başlarına yıkılmıştı. Sultan, hat boyu tüm yerleşim yerlerinin üzerinden geçti. Şevbek’te yapmış olduğu savaş siyasetinin aynısını hat boyu uyguladı.
Sultan, daha sonra Mısır’dan gelen birliklerle buluştu. Sultan, birlikleri ikiye bölüp iki kalenin işleri için onları görevlendirdi. Bu durum iki ay gibi bir süre devam etti.
Sultan Selâhaddin daha sonra Taberiye bölgesine saldırı talimatı verdi. Sultan Taberiye’ye, Ra’s-el-Mâ’da bulunan Melikü’l-Efdal’i gönderdi. Melikü’l-Efdal’i beraberinde Muzafferüddin Gökbörî, Dımaşk birliklerinin komutanı Kaymaz Necmi ve Halep birliklerinin komutanı Dıldırım Yaruki de gitti. Haçlılar tam teçhizatlı ve donanımlı ordularıyla İslam birliklerinin karşısına çıktı. Şövalyeler tepeden tırnağa zırhlarıyla bürünmüş bir şekilde yerlerini aldılar. Savaş meydanında atların kişnemeleri ve piyadelerin ayak sesleri adeta düet yapıyordu. Yeryüzü ve gökyüzü sonuna kadar sıkışmıştı. Savaş meydanında bir tek filler eksikti. Kaymaz Necmi böğürlerine saplıyordu hançerini. Haçlıların kademe, kontrol ve gövde kısmı teker teker boğazlanıyordu mücahitler tarafından. Muzafferüddin cephesinde de durum farksızdı. Haçlılar mücahitler tarafından birer birer avlanıyordu.
Haçlılar Dıldırım’ın soğuk yüzünü iliklerine kadar hissettiler. Birçok Haçlı ya öldürülmüş ya da esir edilmişti. Haçlıların yaşadığı en kötü travma ise birçok öncü şövalyelerinin kaybedilmiş olmasıydı. Dillerde şükrün, yüzlerde zaferin mutluluğu vardı. Tekbirler ve tahliller göğü inletiyordu. Bu fetih gelecek melikin müjdesiydi. İşte bu şekilde Sultan’ın askerleri cepheden cepheye koşuyor, nice fedakarlıklar yapıyorlardı. Biz henüz Kerek’teyken Taberiye’nin fetholunduğu haberi bizlere ulaştı. Çok çetin geçen çatışmalardan sonra bu fetih gerçekleşmişti.
Sultan Aştera’da mola verdi. Orada Melikü’l-Efdal ile bir araya geldi. Melikü’l-Efdal’den daha mübarek ve bereketli bir asker görmedim ben. Küfrün korkulu rüyası ve yok edicisiydi o.
Haçlılar bu hezimetten sonra anladılar ki onlar için kaçınılmaz son hep hüsran olacaktır. İlelebet yenilmeye mahkûm olacaklar. Haçlılar, askerlerinin pısırıklığı ve korkaklığını bu savaşla öğrenmiş oldular. İmanın şirke galip geleceğini aynelyakin müşahede ettiler.
Haçlılar bu hezimetten sonra toparlanmak için işe koyuldular. Haçlı Meliki Prens Gomes’in huzuruna girdi. Ona samimiyetle bağlı olduğunu bir kere daha yineledi. Bir kez daha dostluklarını pekiştirdiler. İki lider kafa kafaya verdi ve vaziyeti tahlil etmeye çalıştılar. Hazırlık yapmaya, planlar kurmaya başladılar. Nihayetinde şu cümlelerle durumu özetlediler; Hristiyanlıktan uzaklaştığımız müddetçe hep kaybedeceğiz. Mesih bizimledir. Kutsal Haçımız önümüzdedir. Şanlı şövalyelerimiz keskin kılıçlarıyla sahadadırlar. Sancaklarımız göklerde, askerlerimiz görevlerindedirler. Denizlerde hakimiyet bizdedir. Öyle ki denizlerimizin genişliği neredeyse tüm sahillere açılmaktadır. Bu topraklar doksan küsur yıldır bizleri ağırlamaktadır. Fakat bu yıl bizleri sıkamayacaktır. Bizlerde bu doğrultuda tüm kaleleri ve toprak parçalarımızı tutacağız. Mızraklarımız bu doğrultuda birer kaleye dönüşecek. Fakat İslam emirleri ne bizlere teslim oldular ne de barış yaptılar. Bizlere ambargo uyguladılar. Her ne vakit onlara taviz versek onlar bizim yaptığımızın tam tersi olarak hiç taviz vermediler. Şartlarını ve isteklerini esnetmediler. Bizlerde bu manada bir araya gelmeliyiz. Bizim birlik olmamız onların tefrikaya düşmesi anlamına gelmelidir. Eğer biz birbirimize arka çıkarsak bu onların engelleri aşamaması anlamına gelmektedir.
Gomes konuşulanları dinledikten sonra, birçok savaş atlatmış tecrübeli bir komutan olarak ihtiyatlı ve bir o kadar da deneyimli bir şekilde söze başladı; “Sizler Selâhaddin’i daha önce görmüş olduğunuz komutanlarla karıştırıyorsunuz. Selâhaddin korku dehlizlerine pervasızca dalar ve istediğini alır. Şayet sizi bir kere yenecek olursa bir daha toparlanmanız neredeyse imkânsızdır. Bu konuda şansınızı pek de zorlamayın. Yapılacak tek şey yapılanları sineye çekip sabırla beklemek ve zamanı geldiğinde de harekete geçmektir. Kesinlikle ona bulaşmamalıyız ve muhalefet etmemeliyiz. Emirlerine karşı gelmeyip tüm şartlarını kabul etmeliyiz.”
Melik, Gomes’in açıklamalarından sonra hiddetli bir şekilde şu yanıtı verdi “Şüphesiz sen derin bir afet içerisinde bocalayıp duruyorsun. Kalbin korku ile dolup taşmış. Güçsüz ve bitkin düşmüşsün. Ama ben o Selâhaddin’e dersini vereceğim. Ona türlü türlü tuzaklar kurup saldırılar düzenleyeceğim. Onu püskürtene kadar da yolumu sürdüreceğim. Kutsal Haç’ı dikeceğim ve hiç kimsenin de onu sökmeye gücü yetmeyecek.”
Gomes acı ve ıstırap içerisinde meliğin sözlerini kabul etti. Sağlığında ondan yana emin olduğu gibi hastalığında da melikten yana gözü arkada değildi. Melik, Gomes’ten görmüş olduğu vefa ve onayı görünce hazırlıklara başladı.
Haçlı Meliki ile Gomes’in Arasında Yaşananlar
Kral II. Amalrik 599 [d.1198-ö.1205] yılında ölünce geride cüzzamlı bir erkek evlat bıraktı. Geride bırakmış olduğu bu çocuk varla yok arasındaydı. Hastalığı o kadar ilerlemişti ki iyileşmesi neredeyse imkansızdı. Vücudu harap ve bitkin bir vaziyetteydi. Haçlılar, bu kişinin başına taç geçirerek etrafında toplandılar ve kendisini yeni kralları ilan ettiler. Hasta ve veremli oluşunu adeta unuttular. Bu kralı büyüttükçe büyüttüler ve kendilerine öncülük etmesini istediler.
Bu kral on yıl boyunca Haçlıların kralı olarak görevini sürdürdü. Haçlılar için birleştirici ve toplayıcı görevi gördü. Kral, ölümünün yaklaştığını hissedince patrikleri, din adamlarını ve önde gelen yöneticileri huzuruna topladı. Kralın küçük bir yeğeni vardı. Bu yeğenin melikliğe giden yolda kısa bir vakti kalmıştı. Kral toplamış olduğu yetkili kimselere bu yeğeninin kral olmasını teklif etti. Yeğeni henüz yaşça küçük olduğu için yeğeni büyüyene kadar geçici süreliğine Gomes’in sorumluluk alması gerektiğini söyledi.
Gomes bu teklifi kabul etti. Askerler ve din adamları Gomes’in etrafında kümelendiler. Gomes, Taberiye’de ikamet etti. Taberiye sahibinin kızı Gomes ile evlenip bu evlilikle Gomes’e yakın olup onun gücünden istifade etmek istedi.
Cüzzamlı olan melik öldü ve ketum olan sır açığa çıktı. Gomes vasiyete uymayıp melik olmak istedi. Fakat şövalyelerin desteğini alamadı. Kendisine, vasiyete uyması telkin edildi. Gomes işin peşini bırakmadı. Saygınlığını ve bir seçenek olma ayrıcalığını kaybetmişti. Çareyi Sultan Selâhaddin’e sığınmakta buldu. Sultan’a sığınıp desteğini umdu. Gomes tüm seçenekleri kullandı ama istediğini elde edemedi. Gomes, köşesine çekildi, nefsine hâkim oldu ve olanları seyretti. Küçük melik öldü ve taç annesine geçti. Gomes’in son umutları da suya düştü. Tüm Haçlılar küçük Melik’in annesinin etrafında toplandı. Melik’in annesi tacı giydikten sonra onu eşine tevdi etti. Böylelikle taç, ölen küçük melikin annesinin sonradan evlendiği eşine geçmiş oldu.
Gomes için bu durum kıyametin kopması demekti. Yeni Kral, Gomes’e daha önce yaptıklarının hesabını vermesini istedi. Tabii ki de Gomes’in verecek bir cevabı yoktu. Gomes derhal Sultan Selâhaddin’in yardımına sığındı. Taberiye’de tebdili kıyafetle bir süre kaldı.
Oradayken Sultan’ın müsamahasıyla kimi Haçlılar kendisine katıldı. Sultan, Gomes’e melik olması için gerekli desteği verdi. Sultan böylece olabilecek meliklik durumundan istifade etmek istiyordu.
Cezire, Diyarbakır, Mısır ve Şam askerleri birleşince yeni seçilen melik, Gomes’e gidip Gomes’in tüm kayıtsızlığına rağmen büyük bir sevgi ve ünsiyet göstererek desteğini istedi. Gomes’in etrafındaki adamlar Gomes’e hitaben, “Sen destek vermesen de bizler destek vereceğiz. Dinimizi yalnız ve sahipsiz bırakmayacağız. Kendi ellerimizle Müslümanlara destek verecek ve fayda sağlayacak değiliz.” dediler. O gün iki taraf arasındaki anlaşmazlıklar ve ayrılıklar son buldu. Aralarında ki nefretin yerini sevgi aldı.
Sultan Selâhaddin’in Haçlı Topraklarına Girişi
Sultan Selâhaddîn-i Eyyûbî ordusuna hazırlık talimatı verdi. Kahraman askerleri dalgalar gibi ilerliyordu. Bir kartal gibi kanat çırparak süzülüyordu ordusu. Savaş kapıdaydı. Gökyüzü savaşın sonucuna kilitlenmişti. Mızraklar sivrilmiş, oklar küfelerinde usulca almıştı yerini. Yaylar iyice gerilmiş ve birbirine geçmişti onları tutan eller.
Sultan askerlerini düzene soktu. Her askerin konumlanacağı yeri teker teker belirliyordu. Emirlerine ve ordu komutanlarına hararetli bir şekilde bir şeyler anlatıyor, her birine düzenleyecekleri pusular ve taktikler hakkında direktifler veriyordu. Savaş boşluk kabul etmiyordu. Sultan, her birlik için mevki, her bir grup için mevzi, her bir kor parçası için bir gedik, her bir zincir için bir çift bilek, her bir yay için ok, her bir süvari için rota, her bir atıcı için mızrak, her bir hedef için nişan, her hareket için bir strateji belirledi.
Sultan, ordusunu sağ ve sol kanatlarına komutanlar atadı. Komutanlarıı kanatlardan hiçbir fire verilmemesi ve düşmanın sızmaması için iyice tembihledi. Okçuları ve piyade birliklerini de düzene soktu ve onları da savaş meydanında düzeni bozmadan koordineli bir şekilde çalışma noktasında tembihledi. Sultan, tüm bu hazırlıkları yaptıktan sonra ordusuna savaş düzeninin bu şekilde olacağını belirtti. Düşman topraklarına girildiğinde de bu şekilde hareket edileceğini bildirdi.
Sultan ordusuna dünya ve ahiret nimetlerini hatırlatarak onları savaşa teşvik etti. Askerlerine türlü türlü silahlar ve askeri mühimmatlar hediye etti. Ordusunu moral yönünden destekleyen girişimlerde bulundu. Sultan, tüm bunları yaptıktan sonra mutlu ve huzurlu bir şekilde çadırına döndü. Sultan görevini yapmış, askerlerinin arasına karışmış ve onları savaşa hazırlamıştı.
Sarsılmaz bir denge içerisinde yürüyordu Sultan ve ordusu. Yürüyüşlerinde izzet ve vakarın tonları hissediliyordu. Ayakları, yerlere başarının adımlarını çakıyormuş gibi değiyordu. Sultan ve ordusu, Allah’ın yardımını ve zaferini umarak 17 Rebîlülâhir Cuma günü yola çıktı. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ordu, Sultanın hazırlamış olduğu pozisyonda hareket etti. Sultan Hispin mevkiine geldiğinde konakladı. Ordu geceyi Hispin’de geçirdi. Küffarın güneşi sönmüş, ayları kendilerini aydınlatmıyordu sanki. Allah onlardan ışığı ve nuru almıştı.
Sultan ve ordusu ise dillerde zikir, gözlerde nöbet tutmanın yorgunluğu ve uykusuzluğu yer almıştı. Eller, kılıçların kabzasını kavramış bir vaziyetteydi. Kalpler ihlasla Allah’a yönelmişti. Askerlerin taşımakta oldukları canları, aslında Allah yolunda feda etmek için bir yatırımdı. Ayaklar yere çakılmış dimdik pozisyondaydı.
Ordu Hispin’de geceledikten sonra yola çıktı. Ürdün’den geçerek Taberiye’yi etrafından dolaştı. Yeryüzü tüm nimetlerini ordunun önüne serdi. Gökyüzü rahmet melekleri insin diye kapılarını sonuna kadar açtı. Horasan yıldızları eşliğinde envaiçeşit bağ ve bahçelerden geçti ordu. Ordu sancakları, bağ ve bahçeler arasında, yasemin çiçeğinin tatlığı ve zarafetiyle süzülüyordu. Dalgalanan kırmızı sancaklar, dağ lalelerini andırıyordu adeta.
Haçlı birlikleri ise Safuriye mevkiinde konumlanmıştı. Haçlılar sancaklarını göndere çekmiş hazırlık yapıyorlardı. Süvari birliklerini, piyadeleri ve okçuları gerekli şekilde mevzilendiriyorlardı. O gün Haçlılardan kahraman olarak bilinen herkes hazır bulunmuştu. Haçlılar Kutsal Haçı da hazır bulundurlar. Haçlıların sayısı elli binden fazlaydı. Haçlılar bulundukları konumu terk etmek istemiyor ve bu yöne bir harekatın da yaşanmasını istemiyordu.
Sultan Selâhaddin her sabah gider ve Haçlıların hazırlıklarını takip ederdi. Onlara gözdağı verirdi. Sultanın bu hamleleriyle Haçlılar, her an Sultanın kılıcını enselerinde hissediyorlardı. Haçlılar bulundukları yere çakılmış hareket edemiyorlardı. Korkudan dizlerinin bağı çözülmüş nabızları atmaz bir haldeydiler sanki. Eğer çarpışacak olsalar ölüm onları kapıda bekliyordu. Boğazlanacakları mekânı görüyor gibiydiler. Tahmin ettikleri şeyin yaşanmasından korkuyorlardı. Cesaretlenmeleri gerekirken büyük bir korkuya kapıldılar.
Sultan Selâhaddin, askerlerine Haçlıların tam karşılarında konumlanmalarını ve cephenin genişliğini olabildiğince daraltıp Haçlıları sıkıştırmalarını emretti. Haçlıların saldırıya geçmeleri durumunda kendilerini biçecek askerlerin hazır bulunmasını; şayet kanatlardan saldıracak olsalar aslanlara yem olan tavşanlar gibi biçilmelerini, Taberiye’yi savunmaya gidecek olursalar da yolların tutulup müdahale edilmesini emretti. Düşman eğer Taberiye’ye ulaşmaya yakınsa Sultan’ın görebileceği bir şekilde sancak yükseltmelerini; böylece Sultan’ın hızlı bir şekilde desteğe gelmesi kararlaştırıldı.