Dil Seçiniz
İletişim Bilgileri

Selâhaddîn-i Eyyûbî’yi Anlatan Klasik Eserler / Fethu'l-kussî fi'l-fethi'l-kudsî -2

  • Anasayfa
  • Selâhaddîn-i Eyyûbî’yi Anlatan Klasik Eserler / Fethu'l-kussî fi'l-fethi'l-kudsî -2
Selâhaddîn-i Eyyûbî’yi Anlatan Klasik Eserler / Fethu'l-kussî fi'l-fethi'l-kudsî -2

Selâhaddîn-i Eyyûbî’yi Anlatan Klasik Eserler / Fethu'l-kussî fi'l-fethi'l-kudsî -2

 

Eserin Adı: el-Fethu'l-kussî fi'l-fethi'l-kudsî

Müellifi: Ebû Abdillâh İmâdüddîn Muhammed b. Safiyyiddîn Muhammed b. Hâmid el-Kâtib el-İsfahânî (ö.597/1201)

Yayınevi: Dârü’l-menâr

Baskı Yılı: 2004, Kahire

Sayfa Aralığı: 34-41

Çevirmen: Cihan FİRUZ

 

 

Müellifin Mukaddimesi*

            Rabbimizden, kendisine hakkıyla hamd edecek ve niyetlerimizi tekrardan gözden geçirecek gücü bizlere bahşetmesini diliyoruz. Şüphesiz ki O kerem sahibidir. Kalbimizle ve lisanımızla, bize bahşettiği kadim ve hadis nimetlerden ötürü Rabbimize şükrediyor, üzerimize nimetlerini arttırmasını ve devam ettirmesini diliyoruz. Muhakkak ki nimetlerin artmasını ve devam etmesini dileyen bir kişi hüsrana uğramaz. Zamanın fitnelerinin şerrinden Rabbimize sığınırız. Hâmd nimetlerini bizlere bolca sunan, nimetlerine şükretmeyi öğreten, güç yetiremeyeceğimiz bir şükür ile bizleri sorumlu tutmayan, peşi sıra nimetleriyle bizleri donatan Allah’adır.

            Allah kendini şakir ve alim olarak tavsif etmiştir. Kimileri bu vasıfların yüceliğinden gafildir. Bizler her halimizde bizleri rızıklandıran Rabbimize karşı şükretmeliyiz. İhtimal dahilindedir ki dilimiz bu şükürden, kalbimiz bu zikirden gafil kalabilir. Bu gaflet durumu uykularımızda ki bir hayaletten öte, hakiki manada bize hükmedebilir. Ama Allah, kendisine şükür noktasında kullarının acizliğini mazur görüp kendisine boyun eğerek, tam bir şekilde veya sendeleyerek şükrünü ifa edenlerden şükürlerini kabul edendir. Allah, kimi zaman zihinde ki bir kıpırdaşmadan, bazen kaburga karanlığının ortasındaki zikir nurunun hasıl olduğu bir kalpten, bazen de kendisine sığınan dilden hasıl olanı işitilebilir, fısıldanarak dile gelen şükürleri kabul eder.

            Allah insanların gizlediklerini de sakladıklarını da bilendir. Gaybın anahtarlarının kendisinde bulunan asıl olurda gaybı bilmez. Rabbimizden, Peygamber efendimiz’e (sav) uyma noktasındaki eksiklerimizden bizleri sorumlu tutmamasını niyaz ederiz. Biz bu noktada gayretimizi yetersiz görmekteyiz. Salavatlarımızı ve muhabbetimizi Peygamber efendimiz (sav.) iletiyoruz. İsra gecesinde, Rabbimizin rızasına ulaşacağımız yolları açan Nebimize teşekkür ediyoruz.

            Rabbiyle yedi kat gökte görüşen ile, kutsal vadide olmakla nimetlenenin durumu bir midir? Kuran bahçesinde bulunan biri bu farkı görür. Göğsü açılıp genişletilen ile bunu talep ettikten sonra genişletilen[1] arasındaki farkı ayırt edebilir. Salat ve selam hakkın hamileri, halkın hakimleri, sorunların çözüm ehli, doğunun ve batının fatihleri olan aline ve ashabına olsun.  Onlardan kimisi İslam’dan çıkıp irtidat eden bazı Arapları geri İslam’a kazandırdı. Kimileri de acemlerin ayaklarını tahtlarından ve taçlarını başlarından indirip o ateşe tapanları ateşi besleyecek odunlar taşımaktan men ettiler. Zira o ateş kendilerine ulaşsaydı onları yerdi. O putlara tapanları onlara secde etmekten men ettiler. Zira o putlara tapmayı ifade eden secde hali onlarda bulunsaydı bu durum onları helak ederdi. Onlardan bazıları da Allah yolunda infak edip ordular hazırladılar. Kimileri de Allah düşmanlarına karşı cihad etti. Küffara karşı çetin, gözlerin korkudan açıldığı bir vakitte aslan gibi dimdik durdular. Kimileri ise secde ve rükû halindeydi. Kimileri öncü, kimileri de o öncülerin takipçisi oldular. İşte onlardan bir kısmı da ahir zamanda yaşıyor olan bizleriz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) kendi zamanındayken bizlere selam göndermiş, bizleri kardeşleri olarak isimlendirmiş ve bizlere kavuşmayı arzuladığını belirtmiştir. Bizler de buradan Nebi (a.s.)’a selamlarımızı ve hürmetlerimiz iletiyor, bizleri de şefaatine nail etmesini diliyoruz.

            Ben bu kitabı âli manalara haiz olmak isteyen edebiyatçılar ile kahramanlık hikayelerini araştıran tarihçiler arasında pay ettim. İki grup da nispetlerince bundan istifade eder. Tarihçi için haz bunu işitmek iken edebiyatçı için ise haz bunları yazmak ve aktarmaktır. Bu kitapta maden denilebilecek cevher niteliğinde lafızlar bulunmaktadır. Daha da garip olanı bunların lisan olarak vücut bulmuş olmasıdır.

            Genellikle tarihe, ya ilk beşerden başlanılarak giriş yapılır ya da bir devletin kuruluş yılı esas alınarak başlanılır. Biz ise bu kitapta farklı olarak 583’ü başlangıç tarihi olarak ele aldık.  Devlet ve millet sahibi toplulukların, başvurdukları, kendisini kaynak olarak gördükleri, nesillerden nesillere aktardıkları, önemli günleri kayıt altında tuttukları, önder şahsiyetlerin hayatlarının konu alındığı bir tarih anlayışı vardır. Şayet böyle bir durum olmasaydı geçmişle olan bağ kopmuş olur, devletler tarihi bilinmez, geçmiştekiler unutulur, insanoğlu hangi yüce ırktan olduğunu ve hangi soydan geldiğini bilmez, karanlık bir girift içerisinde bocalarlardı.

O hâlde, kişi ömrünün sonuna gelmeden ve kabre girmeden önce, kimilerinin hakikat olarak nitelenmekten kaçındığı gerçeği bilsin ve bir kişinin şahitliğini on kişi mertebesinde kabul etsin. Ki o, ömür üstüne ömür tüketti, çağlar boyunca yürüdü, binlerce mezara gömüldü ve serpildi.

Şayet tarih kayıt altına alınmasaydı fazilet ehli liderlerin gayret ve hizmetleri kaybolacaktı. Böylelikle övgü ve yergiler onlar ile kötü insanlar arasında bir fasıla olarak kalmayacak, sonuçlar ve getirilen barışçıl çözümleri itibar kaybedecek, zorluk ile kolaylık zamanlarında ortaya koyulan bir görülecekti. İnsanoğlu kendi tarihini yazmaya başladı. İnsanoğlu ölümü ilk satın alıp çekişmeleri yüklenen varlıktır. Daha sonra ilk insanlık, Nuh tufanını, daha sonra ise dilleri birbirine karıştıran ve onları ayıran yılları kayıt altına almıştı. 

Farisiler dört tabakadan, dört faklı meliklerinin tarihlerini kayıt altına almışlardır. Bunların ilki Kilşah’tır. Bu isim “Çamurun Meliki” anlamına gelmektedir. Farslıların neseplerinin hepsi bu kişide birleşmekte, nesepler buna göre hesaplanmaktaydı. Fakat daha sonra Farslar, Yezdicerd’i tarih başlangıcı olarak kabul ettiler. İslam onun tacının alaşağı etmiş, Allah’ın nuru onu ateşini söndürüvermişti.

Yunanlar ise tarihlerini İskender’in babası Philip’den başlatıp Kleopatra ile sürdürmüşlerdir. Bu iki isim ilk Sâbiîlerden olup Hanif dinine mensuptular, yani Müslümandılar.

Rumlar ise Büyük İskender’i tarih olarak benimsemişlerdir. Nabâtiler ise Irak’ı, tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Mısır’daki Kıptiler ise kitaplarında bulunan tarihleri ve gözlemledikleri astronomik bilgileri tarih olarak kabul etmişlerdir. Yahudiler ise kendi peygamberlerini ve Beytülmakdis’in imarını, ayrıca kendi atalarının oradan çıkmaya mecbur bırakan yıkımı tarih olarak kabul etmişlerdir. 

Araplar ise İslam’dan önce farklı farklı tarihleri yad ediyorlardı. Himyerîler, zû ve kayl olarak isimlendirilen Tebâbia’yı tarih olarak kabul ediyorlardı. Gassan ise Seylü’l Arim’in olduğu yılı tarih olarak kabul etmişlerdir. Yemen Arapları da Habeşlilerin Yemen’i istila etmesinden ve ardından Farslıların onlara galip gelmesini tarih olarak kabul ederler. Mad ise Cürhümlülerin Amalikalılara galip gelmesini ve onları Haremden çıkarmalarını tarih olarak kabul ederler. Aynı şekilde Arap kabileleri arasında yaşanan savaşları ve bu savaşların getirmiş olduğu ihtilaf durumunu da tarih olarak kabul etmektedirler. Yine Vail’in oğulları Bekr ve Tağleb arasında yaşanan Besûs savaşını da tarih olarak kabul etmişlerdir. Daha sonra bi’setten atmış sene önce İbni Bağyad’ın oğulları olan Abs ve Zübyân’ın kabileleri arasında yaşanan Dâhis ve Gabrâ savaşları tarih olarak kabul edilmiştir. Hitan yılını da yanı şekilde tarih olarak kabul etmişlerdir.

Nabigâ ez-Zübyânî bu durumu şöyle ifade etmektedir;

Kim beni sorarsa bilsin ki ben,

Hitan yılındaki gençlerdendim.

Araplar aynı şekilde Zûkār Günü, Ficâr Savaşı, Henadik Yılı ve Zenaib Yılı gibi meşhur gün ve yıllarını da tarih olarak yad etmişlerdir. Bunlar tarihçilerin zikretmiş olduğu dört savaştır. İslam’dan önce tarih olarak yad ettikleri en yakın olay, Mutayyibin Anlaşmasıyla Kureyş’in 4. Ficar savaşından döndükten sonraki bir zamanda gerçekleşen Hilfü’l-fudûl’dur.  Daha öncesinde ise İslam tarihinin kapı komşusu olan fil yılı gelmekteydi.

Daha sonra ise defterler dürülüp, kalemler kırıldı. Allah (c.c) tüm dinlere en üstün olan dini gösterdi ve yüceltti. Hicret tarihi daha önce anılan ve geçerliliği olan tüm tarihleri nesh etti. Ve bu şekilde daha önce gerçekleşen olayların bir benzerlerinin yaşanmasının önüne geçildi. Hicret nuruyla kendisinden önceki zulmeti ortadan kaldırdı. Böylelikle Allah (c.c.) insanların bir kısmını bir diğeriyle defetti. Zaman, Allah’ın (c.c.) yaratmış olduğu ilk hal üzere seyretmeye devam etti. Allah (c.c.) kullarından, kendi mal ve can haklarını elinde tutan ve kendilerine vermiş oldukları borçları kat kat iade edebilecek bir vekil sordu. Böylelikle hicret İslam’ın emrettiği şekilde takvim hüviyetine kavuştu. İşte o hicret günü, hiçbir gecenin daha önce o şekilde doğmadığı ve hiçbir gündüzünde öylesine güzel açmadığı bir gündür. O yıl özel bir yıl onun dışındaki seneler sair seneler gibidir.

Bu çerçevede ben de yeni bir sancılı diriliş olan ikinci hicret ile tarihlendirmeyi uygun gördüm. Bu ikinci hicrette, konu, zaman ve mekân açısından doğru konuşlanmış bulunmaktadır. Bu hicret, İslam’ın Beytülmakdis’e hicretidir. Bu hicretin mimarı ise Ebu’l Muzaffer Yusuf b. Eyyûb Sultan Selâhaddîn’dir. Böyle bir yılın tarih olarak ele alınması çok kıymetlidir. Her ne kadar İslam’ın Kudüs’e ikinci hicretiyse de bu hicret hicretlerin en kalıcısı olanıdır. Bu hicret zorluk açısından da birinci hicrete nispeten daha zordu. Bu gibi durumlarla alakalı Arapların şöyle bir sözü vardır, “Sanki o, tükendi de sonra yeni baştan tekrar dirildi.”      Hakikat şudur ki kişi için asıl olan, daha uzun olan hayat, öldükten sonra yaşayacağı hayattır. Hasılı darbe aldıktan sonra ayakta kalabilmek darbe almadan önce ayakta kalabilmekten çok daha kıymetlidir.

Bu dönemde yaşanan Şam fethi ile İslam’ın ilk dönemindeki Şam fethi arasındaki fark beyaz iple siyah ip arasındaki fark gibidir.  Şam bölgesi fethedildiğinde Peygamber (sav) henüz hayattaydı ve insanlar vahyin inişine bizzat şahit oluyorlardı. İnsanlar tüm açıklığıyla mucizelere şahit oluyorlardı. Dolayısıyla tüm bunları gören gözler, kendilerini Şam’ın bir gün fethedileceği söylenince hemen tasdik ediyorlardı. Fakat Kudüs’ün ikince fethinde durum böyle değildi. Tamamen bir ihtilaf hali hakimdi. Müslümanlar bölük pörçük ve umutsuz bir haldeydiler. Dolayısıyla Kudüs’ün ikinci fethi yeniden diriliştir, bir dönüm noktasıdır.                  

 

 

 

[1] Yazar burada “(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? (İnşirah 1)” ayeti ile “Mûsâ “Rabbim!” dedi, “Gönlüme ferahlık ver.”  ayetlerini karşılaştırarak Hz. Peygamber’in s.a. Allah’tan c.c. böyle bir talepte bulunmamasına rağmen Allah’ın c.c ona bunu bahşetmesini, Hz. Musa’nı ise Allah’tan c.c. bunu talep ettikten sonra ona bahşedilmesine değinmiştir. (Ç.n.)

*Bu ve bundan sonraki bölümlerin çevirileri anlamı aktarma saiki ile çevirilmiştir.