Kudüs ve Haçlı Savaşları
Kudüs ve Haçlı Savaşları
Şeyh İkrime Said Sabri*
‘’Ayetlerimizden göstermek üzere, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten (Allah) münezzehtir. O işitendir, görendir.” (İsra/1)
İslam alemine karşı düzenlenen Haçlı Savaşları H. 492/M. 1099’da başlayıp H. 691/M.1291’de nihayete ermiştir. Yani hicrî olarak 199 sene, miladî olarak 192 sene devam etmiştir. Batı, sekiz askerî sefer düzenlemiştir. Haçlı Savaşlarının bilinen hedefi dinî bir hedeftir. 1095 senesinde Fransa’daki Clermont konsilinde Papa, Avrupalı Hristiyan topluluklara hitaben onların dinî duygularını kabartan bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmanın amacı onların iddia ve kanaatlerine göre Kudüs’teki Kıyame Kilisesinde bulunan Kutsal Mesih’in kabrini kurtarmaktı! Toplantıda hazır bulunanlar bundan etkilenip “Bunu Tanrı istiyor” diye bağırınca göğüslerine ve silahlarına haç koymaya başladılar. Gerçekte ise Haçlı Savaşlarının çok sayıda ve çok farklı başka sebepleri bulunmaktadır. Her bir grubun ve eğilimin kendine özgü bir amacı bulunmaktaydı. Bu amaçları şu şekilde özetleyebiliriz:
- Krallar: Bunların amacı, hepsinden ya da en azından büyük bir kesiminden kurtulmak arzusuyla rakipleri olan derebeylerini savaşın sıcağı içinde devre dışı bırakmak ve kendi topraklarının içinde bulunan arazilerini ele geçirmekti.
- Derebeyleri: İtalyan derebeyi Bohemond gibilerinin amacı da doğuda zengin araziler elde etmek ve krallarla mücadele etmekten ve birbirleriyle yaptıkları rekabetten kurtulmaktı.
- Papa ve Din adamları: Bunların hedefi de batı kiliseleri üzerinde olduğu gibi doğu kiliseleri üzerindeki otoritelerini genişletmek ve dünyevî mertebelerini yükseltmekti.
- Şövalyeler: Bunların hedefi ise savaş arzularını tatmin etmek ve ganimetler yoluyla servetlerini artırmaktı.
- Günahkarlar ve Asiler: Papa ve din adamlarının vadettikleri şekilde cennete girebilmeleri için günahlarına kefaret bulmaktı.
- Uşak ve Köleler: Bunlann amacı da efendilerinden kesin olarak kurtulmak ve doğuda özgürce bir yaşam sürmekti.[1]
İSLAM’DA KUDÜS’ÜN YERİ
Bu noktada müslümanları Kudüs’e bağlayan güçlü bağlar, sağlam haklar ve sıkı ilişkiler mevzubahistir. Kudüs’ün İslam’daki yeri bunlar aracılığıyla anlaşılabilir:
İnanç Bağı: Bu bağ, kendini iki şekilde belirgin kılar
1- İsra ve Miraç Olayı: Rasulullah (s.a.s.) Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Haram’dan, Kudüs şehrindeki Mescid-i Aksa’ya geceleyin gitmiş ve Mescid-i Aksa’dan da en yüksek semalara yükselmiştir. Kudüs’ün önemini açıklamak ve değerini yükseltmek amacıyla, bu Rabbanî hadisede Kudüs bir odak noktayı teşkil etmektedir. Şüphesiz bu hadise mucizedir ve mucize de İslam inancının bir parçasıdır. Müslümanların bu şehirle kurdukları bağın akidevî bir hususiyeti haizdir. Allahu Subhanehu teala da şöyle demektedir: “Ayetlerimizden göstermek üzere, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan etrafını Kutlu kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten (Allah) münezzehtir. O, işitendir, görendir.”[2] Bir sahabi şöyle demektedir: “Şayet Beytü’l-Makdis’in bu ayetten başka bir fazileti olmasaydı yine de bu yeterdi. Zira çevresi mübarek kılınanın kendisindeki bereket daha sağlam ve daha fazladır.”
Bununla birlikte Kudüs ve Filistin’in adı farklı şekillerde zikredilmiştir. Mesela “Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin.”[3] Buradaki Arz-ı Mukaddes, Filistin’dir. “Bu şehre girin ve orada dilediğiniz yerde bol bol yeyin.“[4] Bu şehirde Kudüs’tür. Şunun vurgulanması gerekir ki biz “Mübarek Mescid-i Aksa” tabirini kullandığımızda bununla alanı 130 kilometrekareye ulaşan Mescid-i Aksa bölgesini kasdediyoruz. Yani yalnızca Mescid-i Aksa’yı kuşatan binayı değil. Bu bölgelerin tamamı Mescid-i Aksa’dır.
2- Kudüs Mahşer Alanıdır: Kudüs, kıyamet günü mahşer alanı olacaktır. Bütün insanlar orada toplanacak ve orada hesaba çekileceklerdir. Hanım Sahabi Meymune bintü Sa’d (r.a.) “Ey Allah’ın nebisi, Beytü’l-Makdis hakkında bize açıklamada bulun” demiş; bunun üzerine Hz. Peygamber de “Orası mahşer alanıdır. Oraya gidin ve orada namaz kılın.” buyurmuştur.[5] Hiç şüphe yok ki kıyamet, akidenin bir bölümünü oluşturur; ki bu da bu toprakların İslam inancıyla olan bağını sağlar.
İbadet Bağı: Bu da kendini 6 şekilde ortaya koyar.
1-Müslümanlar, namazlarında 16 ay (yani bir yıl dört ay) Beytü’l- Makdis’e yönelmişlerdir. Bu, namazın farz kılınışından “Senin, yüzünü göğe çevirdiğini görmekteyiz. Seni, hoşnut olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olursanız yüzlerinizi onun yönüne çevirin.”[6] ayetinin inişine kadar devam etmiştir. Böylece Mescid-i Haram kıble haline gelmiştir. Bu yüzden Kudüs, iki kıblenin ilki olarak değerlendirilir.
2-Rasulullah (s.a.s.) Mescid-i Aksa’da (yani Mescid’in bütün bölgesinde) kılınan bir rekât namazın diğer mescidlerde kılınan bir rekat namaz dan 500 kat daha fazla sevaba layık olduğunu belirtmiştir: “Mescid-i Haram’da kılınan namaz diğerlerinde kılınan namazdan yüzbin kat daha faziletlidir. Benim mescidimde kılınan namaz bin kat daha faziletli, Beytü’l- Makdis’te kılınan namaz ise beşyüz kat daha faziletlidir.”[7] Hadisin birbirini destekleyen farklı lafız ve rivayetleri bulunmaktadır.
3-Rasulullah (s.a.s.) ibadet kasdıyla Mescid-i Haram’ı ziyaret etmeyi teşvik etmiş ve onu Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi ile bağlantılı kılmıştır: “Binekler ancak üç mescid için hazırlanır. Mescid-i Haram, benim şu mescidim ve Mescid-i Aksa.”[8]
4-Rasulullah, Mescid-i Aksa’nın hac ve umre menasiki ile bağlantılı olduğunu belirtmiştir: “Her kim hac veya umrede Mescidde bulunursa geçmiş günahları affolunur.”[9]
5- Kudüs’te ikamet edene Allah yolunda savaşanın sevabı vardır: “Ümmetimden hakkı galip kılan ve düşmanlarını kahreden bir grup sürekli bulunacaktır. Onlara muhalifleri zarar veremez ve Allah'ın emri gelinceye dek onlara felaket isabet etmez. Ya Rasulallah! Onlar nerededir.” dediler. O da “Beytü’l-Makdis’te ve Beytü’l-Makdis’in civarında” buyurdu.[10] Bir başka hadiste de şöyle denilir: “Ey Muaz! Muhakkak ki Allah, benden sonra Ariş’ten Fıtrat’a kadar Şam’ı sizlere açacaktır. Oranın erkekleri, kadınları ve köleleri kıyamet gününe kadar savaşçıdırlar. Sizden her kim Şam veya Beytü’l-Makdis’in kıyılarını tercih ederse kıyamet gününe değin cihad halinde olacaktır.”[11]
6- O mekânın şerefi ve yüceliğinden dolayı, günahların katlanması gibi Beytü’l-Makdis’te de sevaplar da katlanır.
Uygarlık ve Kültür Bağı: Bu da 4 noktada kendini izhar eder:
1- Sekilerin, merdivenlerin, yolların ve kuyuların yanısıra hem etrafı çevrili mübarek Mescid-i Aksa, hem de şerefli Kubbetü’s-Sahra mescidi gibi eşsiz binaların varolması. Daha önce söylemiş olduğum, alanı 130 kilometrekare tutan bölgenin tamamının mübarek Mescid-i Aksa olarak değerlendirildiği cümlesinin altını bir kez daha çizmem gerekiyor burada.
2- Tarihi, Eyyubiler’e, Memlüklere ve Türklere kadar uzanan yüzlerce tarihî vakıf malının Mescid-i Aksa’nın çevresinde ve kadim beldede bulunuyor olması.
3- Kudüs’ün eski beldesinde, müteakip asırlarda inşa edilmiş ve tarihi Hz. Ömer dönemine uzanan onlarca mescidin yer alması.
4- Selâhaddin döneminden günümüze değin mübarek Mescid-i Aksa’nın çevresinde ve eski kentte yüzlerce medrese, külliye, zaviye, tekke ve kervansarayın inşa edilmiş olması.[12]
Siyaset Bağı: Bu husus da iki noktada kendini gösterir:
1- H. 15/M. 637 yılında imzalanan Hz. Ömer anlaşması. Bu anlaşma, adil ve raşid halife Ömer b. Hattab’ın (r.a.) Kudüs şehrinin anahtarlarını o dönemin Rum patriği Safraniyus’tan teslim aldıktan sonra yapılmıştır. Hz. Ömer’in bu şehri fethettiği sırada Kudüs’teki Yahudiler ile Müslümanlar arasında herhangi bir ilişki sözkonusu değildi. Bu vesika, tarih boyunca en adil ve en açık siyasî bir belge olma özelliğini taşır.
2- H. 583/M.1187 yılında Selâhaddîn-i Eyyûbî bağımsızlığını ilan edene dek şehre haçlıların hâkim olduğu Haçlı Savaşları dönemi istisna olmak kaydıyla, Ömer’in fethinden M. 1967’ye (günümüzde bile şehrin İsrail işgali altına girdiği seneye) kadar bu şehrin Arap ve Müslümanlar tarafından yönetilmiş olması. İslam, Arap ve Müslümanların hakimiyeti döneminde şehirde bulunan Müslüman ve gayr-ı müslimlere adalet, huzur, emniyet ve istikrarı sağlamıştır.[13]
Tarih Bağı: Yebusi arapları Filistin’de ikamet eden en eski millettir. Bu da M. Ö. 7500 sene evvel (yani taş devrinden beri) gerçekleşmişti. Taş yazıtlar bunu doğrulamaktadır. Tarih, bu bölgede Yebusi ve Ken’anilerden daha eski bir milletin bulunduğunu kaydetmemiştir.[14]
Bu maddeler, Arap ve Müslümanların Kudüs şehriyle olan ilişki ve bağlarının en somut olanlarıdır ve Kudüs’ün İslam’daki yerinin açıklanması ve kısaca ortaya konması da anlattığımız şekildedir.
KUDÜS’ÜN HAÇLILARIN ELİNE İLK GEÇİŞİ
Haçlıların ilk seferi (M. 1096/M. 1099) Kudüs’ü Şerifi hedef almıştı. Toulouse Kontu Raimond’un, Godfrey de Boulogne ve kardeşi Baldwin’in, Torino kontu Norman I. Bohemond’un ve akrabası Tancred’in yönettiği üç ordu toplanıp Anadolu’ya yöneldi ve orayı istila etti. Daha sonra kuzeye yönelip Toros dağlarını aştılar. Urfa’yı zaptedip orada doğudaki ilk Haçlı kontluğunu kurdular. Daha sonra da ilk hedefleri olan Kudüs’ü Şerife doğru yola koyuldular. O sırada sayıları 40.000 idi. Yolları üzerinde, terkedilmiş olarak buldukları Remle şehrini de 1099 yılında işgal ettiler. Sonra Kudüs şehrine vardılar ve orayı çok sağlam bir şekilde korunmuş olarak buldular. Açlık ve susuzlukla geçirdikleri 7 hafta boyunca orayı muhasara ettiler. Yine de saldırı gücü bulabildiler ve H. 493/M.1099 yılında orayı işgal ettiler. Şehri koruyan askerlerin sayısı ise yalnızca 1000 idi. Haçlılar, Kudüs’te büyük bir kıyımda bulundular; ki bu onların vahşiliklerini ve kinlerini gösterir. Zira mübarek Mescid-i Aksa’nın meydanlarında toplanmış korunmasız 70.000 sivil Müslümanı katlettiler. Haçlı komutanlarından Raimond “Mescidin etrafındaki kan dizkapağına varıyordu” diyerek bu olayı anlatır. Haçlılar, Şam bölgesinde bulunan birçok yere yapacakları saldırılar için Kudüs’ü bir üs olarak kullandılar. [15]
KUDÜS’ÜN HAÇLILARDAN İLK KURTARILIŞI
Allahu Teala, İslam ümmetine mümin bir kişi, cesur, dirayetli ve adil bir komutan bahşetmişti: Tam adı Yusuf b. Eyyüb b. Şadî olan Selâhaddîn-i Eyyûbî (ki Kürt bir aileden gelmekteydi.) Babası, Nureddin Zengi’den önce Şam’ın yöneticisiydi; amcası Şirkuh da Nureddin Zengi’nin ordu komutanıydı. Selâhaddin, amcasıyla birlikte Mısır seferlerine iştirak etti ve bu seferlerde tecrübe ve maharet kazandı. Amcasının ölümünden sonra onun yerine ordu komutanlığına geldi ve Nureddin Zengi’nin naibi oldu. Daha sonra da Müslümanları birleştirme amacıyla Eyyubi Devletini kurmaya çalıştı. Karşılaştığı engeller, badireler ve komplolara rağmen bu hedefini gerçekleştirebildi. Filistin’in kuzeyinde yer alan Hittin sahilinde vuku bulan Hittin savaşında Haçlılara karşı koyabilme dirayetini gösterdi.
Bu muhabere, H. 24 Rebiülevvel 583/2 Temmuz 1187 tarihinde gerçekleşmişti ve o gün oldukça şiddetli bir sıcak vardı. Müslümanlar otları ve ekinleri yaktılar. Müslümanlar Taberiye gölüne ve su kaynaklarına hakim olduklarından, bu yangından çıkan yoğun duman Haçlıların susuzluğunu artırdı ve güçleri kayboldu. Böylece savaş Selâhaddin’in (Allah, kıyamet gününe kadar adını baki kılsın) parlak zaferiyle sonuçlandı. Ve Selâhaddin, araplar arasında, zulmü destek almayan aslanlar bulunduğunu; işgalci savaşçılara karşı zafer kazanacağı bir sıranın hakka geldiğini isbat etmiş oldu.
Aynı sene Kudüs şehrine ulaşabildi ve oranın hakiminden şehri teslim etmesini istediyse de bu isteği reddedildi. Şehirde 60.000 asker bulunmaktaydı. Muhasara etmek üzere harekete geçti ve kısa bir süre içinde teslime zorladı. Bu noktada İslam’ın hoşgörüsü ortaya çıkmaktadır. Zira Selâhaddin, Haçlıların Müslümanlara yaptıklarını görmezden geldi ve yerli hıristiyanlara şehirde ikamet etme izni verdi. Haçlılara ise aileleri ve çocuklarıyla birlikte orayı terketmelerini emretti. Suriye ve Trablusşam bölgelerine gitmeleri için onlara 40 gün mühlet verdi. Bir erkeğin fidyesini 10 dinar, bir kadınınkini 5 dinar, bir çocuğun fidyesini de 1 dinar olarak tayin etti. Anlaşma şartlarından birisi de fidye veremeyen kimsenin esir alınacağı şeklindeydi; ancak Selâhaddin’in eşsiz cömertliği buna da izin vermedi ve şefkatine kulak verdi. 10.000 kişinin fidyesini bizzat kendisi ödedi. Hoşgörüsü o dereceye varmıştı ki güçsüzlere para ve binek veriyor ve kadınların arabuluculuklarından dolayı kocalarını serbest bırakıyordu. Diğerlerine de merhamet ve şefkatle davrandı.
Dünya, Haçlıların H. 493/M. 1099 yılında Kudüs’ü işgal ettiklerinde ortaya koyduğu kabalık ve vahşilik ile Selâhaddin’in hoşgörüsü ve insanlığı arasındaki müthiş farkı görmelidir. Hatta bundan daha beteride Antakya ve Trablus’ta ikamet eden Haçlıların, Kudüs’den çıkan bu mülteci Haçlılara Antakya ve Trablusşam’a girmelerine izin vermemeleri ve birçoğunun bu yüzden açlıktan ölmesidir.
Tanınan sürenin bitiminde kahraman Selâhaddin, orayı özgürlüğüne kavuşturarak Kudüs’e girdi. Bu olay 88 yıllık Haçlı işgalinden sonra 27 Receb 583/M. 1187 senesinde; yani İsra ve Mirac’ın yıldönümünde gerçekleşti. Selâhaddin (Allah ondan razı olsun) Avrupalıların yıktığı cami, külliye ve medreseleri ve özellikle de hasara uğrayan mübarek Mescid-i Aksa’yı restore etmeye koyuldu. Mescid-i Aksa’yı mozayik ve mermerlerle süsledi. Nureddin Zengi’nin Halep’te yapılmasını emrettiği meşhur minberi de oraya koydurdu. Bu minber, Allah’ın rahmetinden kovulmuş yahudi Michael Deniş Ruhin tarafından yakılıncaya kadar 1187 yılından 1969 yılına kadar orada kalmıştır. Bu olay, Kudüs’ü devletleştirme hedefini taşıyan büyük bir komplo çerçevesinde gerçekleştirilmiş bir olaydır. Ancak onların zanları boşa çıktı ve hedefi tutturamadılar. İslam halklarının Kudüs hakkında taşıdıkları bilinç sayesinde bu komplo akamete uğramıştır.
21/8/1969 Perşembe günü sabahı minberin yakılışından günümüze değin mübarek Mescid-i Aksa hatibleri, Kudüs İsrail işgalinden kurtuluncaya kadar geçici bir minbere çıkmaktadırlar. Ki o gün, Nureddin Zengi ve Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin minberine benzer bir minberle kutlanacaktır.
Selâhaddîn-i Eyyûbî, vefatından önce 1192 yılında İngiltere kralı Aslan yürekli Richard’la bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma Remle Anlaşması olarak bilinir. Bu anlaşma gereği, Haçlılar güneyde Yafa’ya, kuzeyde Suriye’ye kadar sahil şeridini koruyacaklar; Hristiyan hacılara haccetme izni verilmek kaydıyla Kudüs de dahil olmak üzere diğer bölgeler Müslümanların elinde kalacaktı.
Selâhaddin H. 589/M. 1193 yılında Şam’da vefat etmiştir.[16]
KUDÜS’ÜN TEKRAR KAYBEDİLİŞİ
Kudüs, 1229 yılında, yani Selâhaddin’in eliyle kurtarıldıktan 42 sene sonra tekrar Haçlıların eline düştü. Soru şu: Bu nasıl oldu?
Cevab: Mısır Meliki el-Kamil b. Adil el-Eyyubi Şam Meliki olan el-Muazzam b. Adil ile çekişme halindeydi. Bu durum el-Kamil’i Fransa kralı III. Frederick (6. Haçlı seferi komutanı) ile anlaşma yapmaya zorladı. Bu anlaşma gereği, Melik el-Kamil, Kudüs şehrinin, Beytelehm ve Nasıra’nın hakimiyetinden feragat edecekti. Ayrıca anlaşma şartları arasında Haçlıların Kudüs’ten Yafa ve Akka’ya varan iki ulaşım yolu edinmeleri de yeralmaktaydı.
Bunun peşisıra II. Frederick, 1229 yılında Kudüs’ün kralı olarak taç giydi. Bu anlaşmanın Müslümanlar aleyhine oldukça olumsuz bir etkisi bulunmaktadır. Zira Melik el-Kamil, kendi şahsî çıkarı uğruna şehirler arasında en saygın olan bir yer hakkında gevşeklik göstermiş; buna karşın Papa tarafından daha önce afaroz edildiği için II. Frederick, Kudüs’ü işgal edemeyecek ve Haçlı desteğinde bulunamayacak şekilde bir kaos ortamında bulunuyordu ve hiçbir çaba sarfetmeksizin, hiç bir mukavametle karşılaşmaksızın en yağlı lokmayı II. Frederick almış oldu.[17]
KUDÜS’ÜN YENİDEN KURTARILIŞI
1244 yılında yani Haçlıların eline düştükten 15 yıl sonra Kudüs yeniden kurtarıldı. Doğuda Irak ve Harezm şehirlerine saldıran Moğollardan kaçarak Şam’a sığınan Harezmli kabilelerin yardımıyla Melik el-Kamil’in oğlu Melik es-Salih, Kudüs’ü yeniden aldı. Böylece es-Salih, babasının ihmal ettiğini ikmal etmiştir. Ayrıca Melik es-Salih, 1245 yılında Şam’ı, 1247 yılında da Askalan şehrini ilhak etmeyi de başardı. Böylece Melik es-Salih, Selâhaddin’in itibarını yeniden sağlamıştır.[18]
KUDÜS’ÜN ÜÇÜNCÜ KEZ DÜŞÜŞÜ
Kudüs, bu tarihten, yani 1244 yılından 1948 yılına kadar, yani İngiltere ve İttifak Devletlerinin yardımıyla Siyonistlerin, içinde Kudüs şehrinin batı bölümü de olmak üzere Filistin şeridini işgal etmesine kadar yedi asırdan daha fazla bağımsızlığına sahip bir bölge olarak varlığını sürdürdü.
1967 yılında da mübarek Mescid-i Aksa’nın içinde yer aldığı doğu Kudüs’le birlikte Filistin’in geri kalan kısmı Siyonistlerin eline geçti.
Bu mescid, iki kıblenin ilki ve iki mescidin ikincisi, iki harem-i şerifin üçüncüsü olan bu mescid, yahudilerin eline 8 mayıs 1967’de düşmüş oldu. Günümüze değinde hâlâ öyledir.[19]
HAÇLI SAVAŞLARININ BAŞARISIZLIK NEDENLERİ
Haçlı savaşlarının başarısız kalmasında yardımcı birtakım faktörler bulunmaktadır, ki ben burada bir kısmını zikredeceğim:
- Haçlı prenslerin çokluğu, ihtilaf ve çekişme halinde olmaları.
- Çeşitli ırk ve milletlerden oluşan seferler.
- Seferlerin, askerî ve coğrafî açılardan hedef değiştirmiş olması.
- Zamanın uzunluğu. Ki bu süre, Haçlıların gerçek saiklerinin zayıflamasına yol açacak derecede 200 yıl sürmüştür.
- Haçlılar arasında çeşitli hastalıkların ve vebanın yaygınlaşması.
- İmadüddin Zengi, Nureddin Zengi, Selâhaddîn Eyyûbî, Melik es- Salih b. el-Kamil el-Eyyubi, Melik Zahir Baybars el-Memluki, Mansur Kalavun el-Memluki, Eşref Halil b. Kalavun el-Memluki (ki Akka şehrini ve meşhur kalesini 1291 yılında Haçlılardan alarak Filistin topraklarını temizlemiştir; zira Akka, Haçlıların son kalesiydi) gibi büyük Müslüman komutanların ortaya çıkışı.
- Selâhaddîn Eyyûbî eliyle Şam ve Mısır şehirlerinin tek bir bayrak altında toplanması. Bu birliktelik, Müslümanlara hakikî bir kuvvet kazandırmıştır. Eğer bu birliktelik olmasaydı, Müslümanların güçleri dağılır, diğerlerinin sefer ve işgalleri çok kolay olurdu.[20]
SONUÇ
Burada şunun altını çizmek gerekir ki batı devletleri Haçlı savaşlarına farklı bir yöntemle yeniden girişmiştir. Bu da “Barışçıl Haçlı Savaşları” adıyla miladî 19. asrından beri uygulana gelmektedir. Bu devletler, İslam aleminin içine nüfuz etmeyi başarabildiler ve özellikle Filistin’de daha da özelde Kudüs şehrinde güçlü bir nüfuza sahip oldular.
Birinci Dünya Savaşı’nda uluslararası Siyonizm ile İngiltere liderliğindeki İttifak Devletleri arasında bir koordinasyon sözkonusu olmuştu ve bundan da 2/11/1917 tarihinde ‘Balfour Bildirisi’ doğmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nda da bu uyum devam etti ve bundan da 1948 yılında Filistin’in bir bölümünde İsrail Devletinin kuruluşu doğmuştur. Daha sonra ise İsrail, 1967 yılında bütün Filistin topraklarına yayıldı. Kudüs problemi hâlâ askıda durmaktadır; zira İsrail güçleri tarafından işgal edilmiş ve orada bulunan büyük bir çoğunluk şu anda Yahudileştirme tehlikesiyle burun burunadır.
Haçlı savaşları döneminde Kudüs şehri, Selâhaddîn Eyyûbî’nin liderliğinde Arap ve Müslümanların buraya gelmesinde direkt bir rol oynamış ve böylece Kudüs, Haçlı işgalinden kurtanlabilmişti. İsrail işgalinden kurtarılabilmesi için günümüzde Arap ve Müslüman birlikteliğinin temel faktörünün yine Kudüs olması gerekmektedir.
Bu Allah’a zor değildir. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
(*)Filistin, Kudüs Müftüsü
[1] Muhadarat fi Mealimi’t-Tarihi’l-İslamî, Dr. Afif et-Türk, s. 176-180; Tarihü’I-Arab ve’l-Müslimin, Prof. Abdürrahim Mur’ib ve Muhammed Hüseyin Ali, s 285; Tarihü’l-Hadarati’l- Garbiyye ve’l-Alemi’l-Muasır, Dr. Emin Mahmud ve arkadaşları, s. 58-59; Beytü’l-Makdis mine’l-Ahdi'r-Raşidî ve Hatta Nihayeti’d-Devleti’l-Eyyubiyye, Dr. Hamd Ahmed Yusuf, s. 148.
[2] İsra/1
[3] Maide/21
[4] Bakara/58
[5] Ahmed, Ebu Davud ve İbn Mace, kadın sahabi Meymune bnt. Sa’d’den rivayet etmişlerdir.
[6] Bakara 144
[7] Ahmed ve İbn Hüzeyme Ebu Derda’dan rivayet etmişlerdir.
[8] Ebu Said el-Hudri’den müttefekun aleyh olarak rivayet edilmiştir.
[9] Ebu Davud Ve Beyhakî, Ümmü Seleme’den rivayet etmiştir.
[10] Ahmed, Ebu Ümame el-Bâhilı'den rivayet etmiştir.
[11] Bu hadisi Ebu Derda’dan Tarih-ü Dımeşk’te İbn Asakir, Taberani el-Kenz li’l-Mütteka’da rivayet etmiştir.
[12] Delilü’l-Mescidi’l-Aksa’l-Mübarek, Şeyh İkrime Sabri ve iki arkadaşı, s. 8; Menziletü’l- Kuds fı’l-İslam, Şeyh İkrime Sabri, s. 7-8; Hakkuna fi Filistin, Şeyh İkrime Sabri, s. 22.
[13] Tarihü’r-Rüsul ve’l-Müluk (Tarihü’t-Taberi), Ebu Cafer et-Taberi, c. 3, s. 607-608; Delilü’l-Mescidi’l-Aksa’l-Mübarek, s. 8-13; Menziletü’l-Kuds fi’l-İslam, s. 8; Hakküna fi Filistin, s. 18-19.
[14]Delilü’l-Mescidi’l-Aksa’l-Mübarek, s. 7; Menziletü’l-Kuds fi’l-İslam, s. 8-9; Hakküna fi Fi listin, s. 14-15.
[15] Muhadarat fi Mealimi’t-Tarihi’l-İslamî, s. 182-184; Tarihü’l-Arab ve’l-Müslimin, s. 287- 288; Beytü’l-Makdis mine’l-Ahdi’r-Raşidî ve Hatta Nihayeti’d-Devleti’l-Eyyübiyye, s. 239' 245.
[16] Muhaderat Fı Mealimi’t-Tarihi’l-İslamî, s. 192-193; Tarihü’l-Arab ve’l-Müslimin, s. 294- 297; Beytü’l-Makdis mine’l-Ahdi’r-Raşidî ve Hatta Nihayeti’d-Devleti’l-Eyyubiyye, s. 239- 245
[17] Muhadarat fi Mealimi’t-Tarihi’l-İslamî, s. 192-193; Tarihü’l-Arab ve’l-Müslimin, s. 301; Beytü’l-Makdis mine’l-Ahdi'r-Raşidî ve Hatta Nihayeti’d-Devleti’l-Eyyübiyye, s. 285-286.
[18] Muhadarat fı Mealimi’t-Tarihi’l-İslamî, s. 193; Tarihü’l-Arab ve’l-Müslimin, s. 301; Beytü’l-Makdis mine’l-Ahdi’r-Raşidî ve Hatta Nihayeti’d-Devleti’l-Eyyübiyye, s. 288-289.
[19] Delilü'l-Mescidi’l-Aksa’l-Mübarek, s. 19; Menziletü’l-Kuds Fı’l İslam, s. 9-12; Hakkuna fi Filistin, s. 15-16.
[20] Muhadarat fi Mealimi’t-Tarihi’l-İslamî, s. 194; Tarihü’l-Arab ve’l-Müslimin, s. 302-304; Beytü’l-Makdis mine’l-Ahdi’r-Raşidî ve Hatta Nihayeti’d-Devleti’l-Eyyübiyye, s. 245, s.290
Bu makale, 1996'da Dr. Ahmet Bilgin'in başkanlığı döneminde, Diyarbakır Belediyesince düzenlenen Selâhaddîn-i Eyyûbî Sempozyumunda Kudüs Müftüsü Şeyh İkrime Sabri'inin sunum metninden alınmıştır.