Dil Seçiniz
İletişim Bilgileri

HİTTÎN SAVAŞI

HİTTÎN SAVAŞI

HİTTÎN SAVAŞI

Hittîn Savaşı*

 

 

Kral V. Baldwin’in Ağustos 1186 yılında ölmesi üzerine krallık tacı Guy de Lusignan’a giydirildi. Durum böyleyken Trablus emiri III. Raymond siyasi emellerine ulaşmak amacıyla Sultan Selâhaddin’e yakınlaşmaya başladı. Hatta daha da ileri giderek Haçlı emirliklerinde bulunan akraba ve yakınlarından bir seriyye oluşturdu. Bu ayrılık hiç şüphesiz İslam cephesi için büyük bir avantajdı.

Kerek sahibi prens Ernat[1] gidişat böyleyken yerinde duramazdı. Hayatını gasp ve yağma ile anlamlaştıran emir, büyük bir kervanı yağmalama planları yapıyordu. Tam da bu sırada 1186 yılının sonlarına doğru Kahire’den Dımaşk’a yola çıkan ve büyük bir servet taşıyan hac kervanını gözüne kestirdi. Yağma için gerekli asker sayısına ihtiyacı olduğu halde Ernat kafileyi pusuya düşürmeyi başarabildi. Kafilenin tüm mallarını yağmalayıp kafilede bulunanları esir aldı. Bunun üzerine Sultan Selâhaddin kendisine esirleri bırakması için tehditkâr bir mektup gönderdi. Fakat Ernat esirleri iade etmekten kaçındı. Bardağı taşıran şu cümlesiyle de Ernat haddini aşarak Selâhaddin’in elçilerine şu ifadeleri kullandı; ‘Gidin Muhammed’e söyleyin sizi kurtarsın’. Ernat’ın kullanmış olduğu bu ifadeler Sultan Selâhaddin’e ulaşınca Sultan, Ernat’tan intikam alacağına ve bunun hesabını soracağına, şayet ona galip gelirse de onu kendi elleriyle öldüreceğine yemin etti.

Guy de Lusignan, Prens Ernat’ın sarf etmiş olduğu cümlelerden doğacak olan tehlikenin farkındaydı. Bundan dolayı Ernat’tan derhal esirleri serbest bırakmasını ve yağmaladığı malları geri iade etmesini istedi. Fakat prens Ernat bu teklifleri reddetti. Prens, ısrarla Kudüs melikinin emirlerine uyamamaya devam etti. Bu yaşananlardan sonra Selâhaddin’in kısasa başvurmaktan başka çaresi kalmamıştı. Bölgeyi, Haçlılardan temizleyecek çetin bir savaştan başka çıkar yol kalmamıştı. Sultan, Kudüs melikliğinin, tacı Guy de Lusignan’a tevdi etmesi sebebiyle Kudüs melikliğinin Antakya ve Trablus prensliklerinden yardım alamayacağını biliyordu. Çünkü bu iki prenslik Selâhaddin ile olan barış anlaşmalarını yenilemişlerdi. Guy de Lusignan, Ernat’ın isyanı ile III. Raymond’un asiliği arasında sıkışıp kalmıştı.

Sultan Selâhaddin, ordusuna çetin bir savaşa hazırlık yapılması talimatı verdi. Bu savaş ancak Biladuşşam’ın Haçlılardan özgürleştirilmesi ile son bulacaktı. Sultan, Halep, Cezire, Diyarbakır ve Mısır’dan gelen askerleriyle beraber Mart ayının ortalarında Dımaşk’tan yola çıktı. Sultanın ordusu Havran bölgesi yakınlarındaki Ra’s-el-Mâ mevkiinde toplanmıştı. Sultan, Ernat’ın saldırma ihtimalinden dolayı Hac kafilesinin güvenliğini sağladı. Hac kafilesi yolculuğunu tamamladıktan sonra Sultan Selâhaddin, Ernat’a saldırı düzenlemek için Kerek ve Şevbek’e doğru harekete geçti.

Sultan Selâhaddin, Ruha ve Harran emiri Muzaffereddin Gökbörü’nün liderliğini ettiği bir süvari birliğini Taberiye, Celil ve Sehl b. Amir bölgelerine gönderdi. Tapınak Şövalyelerinin komutanı Gerard de Ridefort Sultan Selâhaddin’in birliklerinin Celil bölgesinden geçtiğini öğrenince onları geri püskürtmek için Safuriye bölgesine ulaştı. 1187 yılının Mayıs ayı başlarında iki ordu karşı karşıya geldi. Haçlı ordusu büyük bir bozguna uğradı. Birçoğu öldürüldü ve esir alındı. Öldürülenlerin büyük bir kısmını zırhlı ve atlı şövalyeler oluşturuyordu.

Haçlılar hızlı bir şekilde toparlanmaya çalıştı. Trablus prensi III. Raymond, Lüzinyanlı Guy’un emri altına girdi. İki komutan güçlerini Safuriye mevkiinde toparladılar. Sultan Selâhaddin, 1187 yılında, temmuz ayının başlarında ordusuyla beraber Taberiye’ye doğru ilerledi. Sultan Selâhaddin’in savaş stratejisi; savaşa girmek istediği zaman, savaş meydanını önceden belirlemekti. Ardından belirlemiş olduğu bu meydana düşmanlarını çekerdi. Bu şekilde düşman kuvvetleri Sultan’ın önceden belirlemiş olduğu meydana doğru ilerlerdi. Sultan bu stratejisiyle, düşmanlarını bir kez daha tuzağa düşürmeye muvaffak oldu. Safuriye mevkiindeki askeri üslerini bırakarak Selâhaddin’e doğru harekete geçtiler. Ernat ve III. Raymond, Guy de Lusignan’u havanın çok sıcak olduğu bir vakitte ve su kaynaklarının da az olduğu bir vaziyette Taberiye’ye doğru harekete geçmeye ikna ettiler. Askerler istemeyerek de olsa denilen yöne doğru harekete geçtiler.

Sultan, Taberiye’nin üç kilometre batısında bulunan Hittîn köyü yakınlarında düşman birliklerinin gelmesini bekledi. Sultan’ın ordusu, maddi ve manevi moral ve motivasyonlarının zirvesindeydi. Sultan ve ordusu su kaynağı kenarında keyifli bir şekilde düşmanı bekledi. Sultan, düşman ordusunu görünce hiç gizleme ihtiyacı bile duymadan “işte istediğimiz ayağımıza kadar geldi” dedi.

3 Temmuz, hava sıcaklığının yakıcı olduğu bir gündü. Haçlılar Hittîn ovasını gören tepenin başına vardılar. Ordu perişan durumdaydı. Susuzluktan kavrulmuşlardı. Sultan’ın askerleri Taberiye gölü ile Haçlılar arasında mevzilenmişlerdi. Haçlılar o geceyi susuzluktan inler bir vaziyette geçirdiler. Her yerde Müslümanların seslerinin işitiyorlardı. İslam ordusu tekbir ve tahlillerle yeri göğü inletiyorlardı. Müslümanlar, Haçlıların bulunmuş olduğu tepeye doğru kıvrılan kurumuş ağaçlık bölümü ateşe verdiler. ‘’Rüzgâr Haçlılara doğru esiyordu. Ateşin ve dumanın sıcaklığı onlara ulaşıyordu. Susuzluk bir taraftan onları vururken ateşin, dumanın ve zamanın sıcaklığı da onları kavuruyordu. Tüm bunlara ilaveten ölümün sıcaklığı da cabasıydı.’’[2]

Haçlılar, 4 Temmuz Cumartesi günü güneş doğunca; Selâhaddin’in, gece karanlığından yararlanarak etraflarını kuşattıklarını gördüler. Müslümanlar, Haçlıları her taraftan kuşattılar. Bu şekilde Müslümanlar Haçlılara doğru saldırılara başlamış oldu.

En-Nevâdirü's-sulṭâniyye (s.121) adlı eserde bu durum şu şekilde ifade edilir ‘’Müslümanlar arkalarına Ürdün nehrini almışlardı. Önlerinde ise düşman birlikleri vardı. Bu vaziyette tek çıkar yol da samimi bir şekilde Allah yolunda cihat etmekti. Müslümanlar sözlerinde durdular. Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler. Haçlılar, Müslümanların bu şecaati karşısında durmakta zorlandılar. Haçlılar perişan bir haldeydiler. Ölüm ve susuzluk… Haçlılar teker teker Müslüman okçular tarafında avlanıyorlardı. III. Raymond beraberinde birkaç askerini alarak savaş meydanından kaçtı. III. Raymond kaçmak isteyince Sultan Selâhaddin’in yeğeni Takıyüddin Ömer kendisine yolu açtı. Müslümanlar Haçlı kuvvetlerini bozgun uğrattılar’’

Haçlılardan geriye kalanlar tepenin üst kısımlarına çekildiler. Müslümanlar Kutsal Haç’a el koydular. O gün Haçlıların Akka piskoposu ile ordularının büyük bir çoğunluğu öldürüldü. Geriye Kudüs kralı ve beraberinde buluna 150 süvari kaldı. Onlar da esir edildiler.[3]

Kerek sahibi prens Ernat, Gerard de Ridefort ve Guy de Lusignan, Sultan Selâhaddin’in huzuruna çıkarıldılar. Sultan onları iyi bir şekilde ağırladı. Guy de Lusignan, Sultanın yanı başına oturmuştu. Susuzluktan nerdeyse helak olacaktı. Sultan kendisine bir kap dolusu soğuk su ikram etti. Guy içtikten sonra suyun geri kalanını Ernat’a bıraktı. Sultan bu duruma çok öfkelendi. Bunun üzerine Sultan ‘’Şu lanet olası adam suyu benim iznimle içmedi, ona suyu ben de ikram etmedim. Dolayısıyla kendisi emanımı alacak değildir.’’ dedi.[4],[5] Ravzateyn kitabında (2/79) vakıa şöyle geçmektedir; ‘’Sultan Selâhaddin, Lüzinyanlı Guy’a ‘’Ona su verirken benden izin almadın sen. Dolaysıyla benden eman alma zorunluğu yoktur. Daha sonrasında Sultan, Ernat’a yapmış olduğu ihanetleri teker teker hatırlattı.’’ Daha sonra kendisine, ‘’ Kaç defa yemin ettin, söz verdin de sözünde durmayıp ihanet ettin?’’ diye sordu. Ernat tercüman aracılığıyla şu cümleyle Sultan’a cevap verdi, ‘’Bu gibi durumlar Meliklerin sıkça başvurduğu yöntemlerdir’’.[6]  Bunun üzerine Sultan kılıcını alarak Ernat’ın boynunu vurdu. Sultan böylelikle yeminin yerine getirmiş oldu. Vaziyeti gören Guy de Lusignan bir an tedirgin oldu. Fakat Selâhaddin onu sakinleştirip şu ifadeleri kullandı; ‘Meliklerin, esir melikleri öldürmesi hoş karşılanmaz. Ama bu haddini aşmıştı.’ Sultan daha sonra Haçlı esirleriyle ilgilenilmesi talimatı verdi.  

 

 

 

                                    Hittîn Savaşının Sonuçları                    

 

Kudüs’ün Tekrardan Fethedilmesi

        

Hittîn Savaşı Haçlılar için büyük bir bozgundu. Müslümanlar için ise Orta Çağda Müslümanların maruz kaldığı en büyük sömürge hareketinin yenilgisi demekti.

Hittîn’in sonuçlarından biride Haçlı Süvarilerinin büyük bir zafiyet içerisinde oldukları gerçeğinin ortaya çıkmasıydı. ‘’ Öldürülen kişileri gören birisi savaşta bulunan herkesin öldürüldüğüne, hiç esir alınmadığı zannına kapılırdı. Esirleri gören birisi ise savaşta bulunan herkesin esir alındığına kimsenin öldürülmediği zannına kapılırdı.’’[7]

Haçlı sahil kentlerinde Selâhaddin’in ve ordusunun ayak seslerinin duyulmasına az kalmıştı. Nihayet Selâhaddin peşi sıra sahil kentlerini fethediyordu. İntikama ve aşırılığa kapılmadan şehirleri fethediyor ve özgürleştiriyordu. Bu Selâhaddin’i yüce ahlak ile taçlandırmasının sebeplerinden sadece birisiydi.

Sultan Selâhaddin, Hittîn zaferinden sonra 4 Temmuz 1187 (25 Rebiussani 583) cumartesi günü Akka ve sahil şehirlerinin üzerine yürüdü. Selâhaddin bu hamlesiyle, Haçlılara limanlar üzerinden gelen Avrupa yardımlarını kesmek istiyordu. Aynı zamanda Haçlıları kendi kontrolü altında bulunan Mısır limanlarına mecbur bırakmayı hedefliyordu. Sultan, Akka’yı sulh yoluyla fethetti. Nasıra, Kayseriyye, Hayfa, Safuriye, Şakif, Afule, Tur, Yafa, Tebnin, Sarfend, Sayda, Beyrut, Remle, Yebna, Darum, Gazze, Natrun, Beyt Cebrin ve Askalan fetholundu. Sultan Selâhaddin’in, Filistin toprakları içerisinde fethetmediği bir Kudüs şehri kalmıştı. Sultan Kudüs’e doğru yola çıktı. Sultan şehirde bulunan kadın ve çocukların askerlerinin gözetiminde dışarı çıkarılmasını emrederek büyük bir olgunluk gösterdi. 27 Recep 583 (12 Ekim 1187)[8] cuma günü İsra ve Mirac gecesinin yıldönümünde Kudüs şehrine girdi. Sultan hiçbir kiliseyi yıktırmadı. Yetim ve yaşlıların diyetini kendisi üstlendi.

Müslümanlar şehre girdiklerinde bir grup tekbirler eşliğinde haçı indirdiler. Sultan şehirde bulunan yapıların asıl hallerine geri çevrilmesi talimatı verdi. Daha sonra Mescidin temizlenmesi ve yıkanması talimatı verdi. Şaban 4’de Müslümanlar ilk cumalarını şehirde kıldılar. Cuma imamı ve hatibi Dımaşk kadısı Muhyiddin Zengi’ydi. Kadı, Cuma hutbesine Abbasilerin şiarı olan siyah cübbe ile çıktı ve güzel bir hutbe irad etti. Ebu Şame hutbenin tam metnini Ravzateyn kitabında zikreder. İlk zikrettiği ise şu ayetti ‘’Sonunda zulmeden kavmin kökü kesildi. Her türlü övgü, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. (Enam-45)’’[9]

Sultan Selâhaddin Mescid-i Aksa’ya imam ve hatip görevlendirdi. Mescide minber yapılması talimatı verdi. Fakat kendisine Nureddin Zengi’nin Halep’de bir minber yaptırıldığı söylenince kendisi “İşte Mescid’e yakışacak minber budur dedi” ve minberin getirilmesini istedi.

Bu minberin yapımı yılları bulmuştu. İslam’da bunun ikinci bir örneği yoktur. Sultan bu minberin Halep’ten Kudüs’e getirilmesini ve Mescid-i Aksa’da kullanılmasını emretti. Minberi yapanlar ile taşıyanlar arasında yirmi yıl geçmişti. Bu Nureddin’in niyetinin halis oluşunun göstergesidir.

Kudüs melikliğinin, Sur şehri dışında hiçbir toprak parçası kalmamıştı. Haçlılardan geriye kalanlar bu şehirde toplanmıştı. Şehirde büyük bir güç birikmişti. Özellikle Fransa kralı Kondrad’ın şehre gelişinden sonra bu durum arttı. Kudüs’ün fethinden sonra Batılılar çok ciddi tepkiler ortaya koydular. Almanya kralı Friedrich Barbarossa liderliğinde 3. Haçlı Seferini başlattılar.

 

            Tarih sayfalarından iki fotoğraf.

Birincisi olabildiğince yüz kızartıcı, ikincisi ise tam tersi bir insanlık ve merhamet portresi…

İlki; 1099 yılı, 15 Temmuz Cuma günü Beytülmakdis fotoğrafı. Tam bir katliam ve vahşet portresi. Sokaklarda akan kanlar tam da Haçlı barbarlığının bir özeti aslında.

İkincisi;1187 yılı, 12 Ekim Cuma günü Beytülmakdis fotoğrafı. Ahlak, hoşgörü ve Selâhaddin Eyyubi portresi. Öyle ki İslam ahlakının nasıl da örneklik teşkil ettiği gözler önüne serilmişti. Tüm dünyaya ve insanlığa İslam’ın hoşgörüsüyle alakalı

 

 

 

*Bu yazı, Şevki Ebu Halil’in  Ma'reketü Hittîn kitabından alınmış olup SALAH adına Cihan Firuz tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

 

 

[1]Ernat, Renaud de Châtillon’ın Arap-İslam kaynaklarında sıkça geçen diğer ismidir. (Ç.n.)

[2] el-Kâmil fi't-târîḫ, 583 senesi olayları.

[3] Haçlı Savaşları, 808.

[4] el-Kâmil fi't-târîḫ, 583 senesi olayları.

[5] Sultan’ın öfkelenmesinin sebebi, esire su ikram edilmişse artık emandadır ve öldürülmez kaidesi sebebiyledir. Çünkü Sultan, Ernat’ı daha önce yapmış olduğu ihanetler sebebiyle öldürmek istiyordu. Su ikram edilen misafir sayılırdı, misafire de dokunmak örfe aykırıydı. (Ç.n.)

[6] Müferricu’l kurub, 2/194.

[7] Kitâbü'r-Ravżateyn 2/78

[8] Yazarımız bu tarihi 12 Ekim olarak vemiştir. Doğrusu 2 Ekim olmalıdır. (Ç.n.)

[9] Kitâbü'r-Ravżateyn 2/110