Haçlılara Karşı Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Cihad Stratejisi
Haçlılara Karşı Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Cihad Stratejisi
Ali Muhammed Udeh el-Gamidî*
Selâhaddîn-i Eyyûbi’nin Haçlılara karşı olan Cihad Stratejisini beş ana madde etrafında toplayabiliriz.
1- Kuzeyde Toros dağlarından Güneyde Yemen’e, Doğuda Dicle nehrinden Batıda Tunus’a kadar uzanan bir “İslami Birlik Cephesi”nin oluşturulması.
2- Tamamen dinsel çağrı ve uyarılara dayanan Haçlı seferlerine karşılık, İslam dünyasında da Allah’ın emrettiği bir şekilde cihad farizasının şart koşulması ve bütün müslümanların bu cihada iştirak etmelerinin sağlanması.
3- Muharebelerde “yer ve zaman” itibariyle stratejik kararların Selâhaddîn-i Eyyûbi’nin elinde bulunması.
4- Haçlıların ileriye yönelik planlarını başarısızlığa uğratacak güçlü bir istihbarat ağının oluşturulması.
5- “Hıttin” savaşından sonra, Hıristiyan cephesinin parçalanmasında.
(*) S. Arabistan, Prof. Dr., Riyad Üniversitesi öğretim Üyesi
Selâhaddîn-i Eyyûbi’nin Ermeni Patriği ve Bizans İmparatorluğunu yanına alması.
Şimdi Selâhaddîn-i Eyyûbi’nin Haçlılara karşı cihadında yürüttüğü stratejiyi ana hatlarıyla özetlemeye çalışacağız.
568/M. 1172’de Selâhaddîn bir bölük askerini Afrika’ya göndererek Trablus’u aldı. Daha sonra Tunus’a doğru ilerleyerek Kabis’i ele geçirdi. 1184 yılı başında Hicaz’ı kontrolü altına aldıktan sonra Aden üzerine yürüdü. Şehrin idaresine el koydu. 1191 yılında Yemen’in tamamına hâkim oldu.
Burada Haçlılara karşı “İslami Birlik Cephesi” oluşturmak için önemli bir ekonomik ve siyasi savaştan söz edilebilir.
Nûreddin’in ölümüyle yerine oğlu el-Melik el-Salih geçti. Bu çocuk henüz 11 yaşında devleti idare edecek durumda değildi. Bu sebeple onun atabeyliğini elde etmek için, Nûreddin’in Dımaşk ve Halep’teki emirleri birbirleri aleyhine entrikalara giriştiler. Dımaşk ve Halep’teki emirler arasındaki mücadeleyi neticede, Seyfeddin tarafından desteklenen ve Selâhaddin’e muhalif olan Sâdeddin Gümüştiğin ve Vezir el-Adl bin el-Acemi’nin önderlik ettiği grup kazandı. Bunlar muhaliflerine karşı komplolar kurmaya başladılar. Salahaddin’in kamplarına girerek koruyucularını öldürüp Selâhaddîn-i Eyyûbi’yi de başından yaraladılar. Emirler, düşmanla mücadele edecekleri yerde birbirleriyle uğraşmaya başlamışlardı.
Kudüs kralı Amaury’nin ölümünden sonra Trablus emiri III. Raymond Kudüs’e vekil olarak atandı. Selâhaddîn-i Eyyûbi III. Raymond'u mağlup ederek onu büyük bir hezimete uğrattı.
Daha sonra Zengiler Musul ve Halep de bir ordu toplayarak Selâhaddîn-i Eyyûbi ile savaşa başladılar. Bunun üzerine Selâhaddîn ordusuyla müttefikler üzerine yürüyerek onları Hama yakınındaki Kurûn-ı Hama’da 1 Nisan 1175 tarihinde yenilgiye uğrattı. Selâhaddîn, Halep şehri önüne geldiğinde Halepliler onunla anlaşmaya yanaştılar. Suriye’de aldığı yerler üzerindeki hakimiyetini tanıdılar.
Selâhaddîn daha önce, Haleplilerle yakın zamanda anlaşabilmenin mümkün olmayacağını görerek Abbasi Halifesi’ne bir elçi gönderip Suriye ve el-Cezire üzerindeki hakimiyetinin tanınmasını istemişti. Halep’ten Hama’ya döndüğü sırada 6 Mayıs 1175 tarihinde Abbasi Halifesi el-Müsta’zî tarafından gönderilen temliknâme ve hil’atlar geldi. Selâhaddîn bunun üzerine, istiklâlini ilân ederek kendi adına hutbe okutup para bastırmaya başladı.
Selâhaddîn, Haçlılara karşı müdafaa tedbirleri aldıktan sonra, sırasıyla Birecik, Urfa, Rakka, Nusaybin, Dârâ gibi müstahdem kaleleri aldıktan sonra 10 Kasım 1182 tarihinde Musul’u muhasara etti. Musul, çok müstahkem bir şehirdi. Selâhaddîn bu muhasaradan bir netice almadığı için Sincar’a yöneldi. Sincar dönüşü Musullularla yaptığı bir anlaşmayla Musul topraklarını da almış oldu. Bu anlaşmayla Musullular, Haçlılara karşı yapılan gazalarda Selâhaddîn’in emrine asker vermeyi de kabul ediyorlardı. Böylece Doğuda Dicle nehrinden, Batıda Tunus’a, Güneyde Hint Okyanusundan Kuzeyde Toros dağlarına kadar uzanan İslâm toprakları Selâhaddîn’in yüksek hakimiyetini tanıyor, Nureddin’in ölümüyle parçalanan İslâmi birlik daha da güçlü olarak yeniden kurulmuş oluyordu.
Selâhaddîn, amcası Şirkuh’un ölümünden sonra 26 Mart 1169 Salı günü Mısır’a vezir olarak tayin edildi.
Bundan sonra Selâhaddîn, Haçlıların Dimyat limanına karadan ve denizden yapmış oldukları saldırılarda büyük bir başarı gösterdi.
Ayrıca limandaki koyları sağlamlaştırarak Mukattam dağı üzerine bir kale imar etti.
Ürdün vadisinde Kerek ve Şevbek gibi iki önemli kale vardı. Haçlılar bu kaleleri yapmış oldukları seferlerle işgal etmişlerdi. Bu kaleler Mısır ve Şam bölgesi için önemli tehlikeler içermekteydi. Çünkü Kerek ve Şevbek kaleleri Mısır ve Dımaşk’a giden yolun ortasında bulunmaktaydı. Tabii ki bu kaleler Mısır, Şam bölgesi ve Mescid-i Haremeyn’e giden hacılar için tehlike oluşturuyordu.
Bu iki kalenin tehlikesi özellikle Renaud de Chatillan’ın kaleye hakimiyetinden sonra daha da arttı. Renaud Halep kalesinde Müslümanların elinde yaklaşık olarak 16 yıl esir olarak kaldı. Serbest bırakıldıktan sonra Kudüs’e gidip Kerek ve Şevbek’e Emir olarak atandı.
Selâhaddîn-i Eyyûbi, Kerek ve Şevbek’in tehlike oluşturduğunun farkındaydı. Genellikle de saldırılarını Kerek ve Şevbek etrafında yoğunlaştırıyordu.
Selâhaddîn H. 566/M. 1171’de Gazze, Askalan ve Taberiyye’yi kuşatarak, Eyle’yi aldı.
Selâhaddîn bir yandan İslam toprakları üzerindeki birliği sağlamaya çalışırken diğer yandan da Haçlılara yönelik hücumlarını da hiç durdurmadı.
578/M. 1182’de Kerek hâkimi Renaud de Chatillon, uzun süredir hayalini kurduğu bir amacı gerçekleştirme yolunda adımlar attı. Bu hayal, müslümanları en kutsal mekanlarında vurmak, hac mevsiminde Haremeyn-i Şerifeyn’e saldırarak hacıları alıkoymak, Peygamber Efendimizin (sav) mezarını deşmek, tüm mukaddes mekanları yıkmak ve bunun yanı sıra Yemen ticaret yolu ile Kızıldeniz’e açılan tüm limanlara el koyma düşüncesiydi. Bu bile, Haçlı savaşlarının altında yatan asıl amacın, İslam’ı ve müslümanları yok etmek olduğu gerçeğini anlatmaya yeter.
De Chatillon, donanmasını inşa ederek Ölü Deniz’e indirdi. Sonra gemileri parçalar halinde develerle taşıtarak Akabe körfezinde bulunan Eyle’ye nakletti. Burada gemi parçalarını bir araya getirterek, Eyle’yi alma hazırlıklarına başladı. Donanmasını denizciler ve savaşçı askerlerle takviye ettikten sonra, iki gemiyle Eyle limanının karşısında bulunan Kal’e adasını kuşattı. Ada halkının içme sularına ulaşmasını engelledi. Diğer gemiler ise Kızıldeniz içlerine dalarak hacı kafilelerinin yolunu kestiler. Saldırılarını Kızıldenizin batısında daha da yoğunlaştırdılar. Haçlı gemileri, Kızıldeniz sularında 16 yolcu teknesini ateşe verdikten sonra Cidde limanının karşı kıyısında olan Ayzab sahiline ulaştılar. O zamana kadar bu denizde ne tüccar ne de savaşçı hiç bir batılı görmemiş olan Müslümanlar, büyük bir dehşete kapılmışlardı. Haçlılar. Ayzab ve Cidde arasında hacı nakleden bir gemiye ve Yemen’den yüklenen iki erzak ve ihtiyaç gemisine el koydular. Bununla da yetinmeyerek Ayzab limanına indiler; Haremeyn-i Şerifeyn için hazırlanmış olan pek çok erzak ve mühimmatı da gaspettiler. Ayrıca, Mısır’ın güneyinde bulunan Kus’tan gelmekte olan bir hacı kafilesini esir alarak tüm hacıları öldürdüler ve mallarını aldılar. Haçlıların bölgedeki zulmü öyle bir aşamaya gelmişti ki, Kızıldeniz tarihinde böylesi bir zulme asla tanık olunmamıştı.
Bu olaylardan sonra Haçlılar “Havra ve Yenbu” sahiline ulaştılar. Limandaki önemli gemileri yaktıktan sonra, hücumlarını Rabiğ çevresinde yoğunlaştırdılar. Cidde’ye hacıları taşımakta olan bir gemiyi içindeki hacılarla birlikte batırdılar.
Haçlılar, hacıları Beytü’l Haram’ı ziyaretten alıkoymak ve Peygamber efendimizin kabrini deşmek için, ısrarla Mekke ve Medine’ye girmek daha sonra da Yemen’i almak istiyorlardı. Haçlılar karaya inerek çevredeki bedevi kabilelerden yardım ve rehberlik alarak Medine’ye bir gün uzaklıkta ki bir mesafeye ulaştılar. Medine ahâlisi büyük bir tehlikenin yaklaştığının farkındaydılar. Haçlıların kutsal beldelere yaptıkları acımasızca saldırılarından dolayı, bölge sakinleri artık kıyametin kopacağını düşünüyorlardı.
Muhtemenlen Selâhaddîn-i Eyyûbi, Renaud’un savaş gemilerini Kızıldenize indirmesi ve Haçlılar safında meydana gelen gelişmelerden, güçlü istihbaratı sayesinde haberdar olmuştur. Renaud’un bu korsanlığını öğrenen Mısır naibi ve Selâhaddîn-i Eyyûbi’nin kardeşi el-Melik el-Âdil prefabrik gemilerden meydana gelen bir filonun başına büyük amiral Hüsameddin Lü’lü el-Hâcib’i kumandan tayin edip düşman gemilerini takibe göndermiştir. Hüsameddin Lü’lü kumandasındaki bu gemiler, önce kaleyi muhasara eden gemileri ele geçirdikten sonra Kızıldeniz’e açılmışlar, düşman gemilerini Hicaz açıklarında yendikten sonra, karaya çıkıp kaçan düşman askerlerini yakalamışlardır. Şubat 1183 tarihinde düşmanın harekâtı tamamıyle bastırılmış, Kızıldeniz ticaret yolu ve Hicaz, bu büyük tehlikeden kurtarılmıştı. Kızıldeniz yolunun düşman tarafından tekrar öğrenilmesini önlemek için alınan esirlerin hepsi öldürülmüştür. Bunun arkasından Dimyat’taki filo Mayıs 1183’te bir Haçlı donanmasını ele geçirmiştir. Yine 1183’te Haçlılar (Şerm el-Şeyh’in kuzeyinde) Sadr üzerine bir sefer düzenlemişlerdir. el-Melik el Adil bunlara karşı seçkin bir birlik göndermiştir. Düşmanı Useyle suyu yanında yakalayan bu birlik, onu mağlup ederek kılıçtan geçirmiştir.
Bunlardan sonra Selâhaddîn saldırılarını Kerek ve Şevbek çevresinde daha da yoğunlaştırdı. Selâhaddîn 22 Ekim-3 Aralık 1183 tarihleri arasında Kerek seferine çıktı. Kerek’i muhasara etti. Haçlı ordusunun yardıma gelmesi üzerine, muhasarayı kaldırıp düşman üzerine yürüdü. Düşman yine aynı taktiği uygulayıp bir meydan muharebesine yanaşmadı.
Bundan sonra, 13 Temmuz-4 Eylül 1184 tarihleri arasında Selâhaddîn, Kerek üzerine yeni bir sefer daha yaptı. Bu defa iç kale hariç, şehrin diğer kısımlarını ele geçirdi. İç kale düşmek üzereyken Haçlı ordusu yine imdada yetişti. Selâhaddîn, düşmanla bir meydan muharebesine tutuşmak için muhasarayı kaldırıp yine düşman üzerine yürüdü. Nablus, Cinin şehirlerini yağmalayıp tahrip ettikten sonra Dımaşk’a döndü.
1186 yılı sonlarında Renaud, Mısır’dan Şam’a gelen bir kervana el koydu. Kafiledeki muhafız askerleri esir aldı. Selâhaddin onun bu hareketinin iki taraf arasındaki anlaşmaya aykırı olduğunu bildirerek, kervanın ve alınan esirlerin serbest bırakılmasını hem Renaud’dan, hem kral Guy’dan istedi. İsteğine kulak verilmeyince 1187 yılı başlarında Kerek üzerine yeni bir sefer yapmaya karar verdi. Askerlerini cihada çağırdı.
Selâhaddîn Hicri 583 yılı başında ordugâhını Dımaşk’ın güneyindeki Ra’s el-Ma’da kurdu. Burada bir kaç gün kaldıktan ve gelecek askerleri karşılaması için büyük oğlu el-Melik el-Afdal’ı bıraktıktan sonra, Kerek üzerine yürüyerek, Renaud’a bağlı toprakları yağmaladı. Renaud ise Kerek’ten dışarı çıkmaya cesaret edemedi.
Bu arada Raymon ve Kral Guy da Dârûm’dan Antakya’ya kadar toplayabildikleri en büyük orduyu toplayıp, Mayıs ayı başlarında Safûriyye çayırında ordugâh kurmuşlardı. Bir kayda göre Haçlılar 200 ila 2000 arasında Şövalye, 20.000 civarında piyade çıkarmışlardı. Selâhaddîn Ukhuvâne denilen yerde bir harp meclisi toplayıp ne yapılması gerektiğini emirleri ile görüştü. Nihayet, düşmanla meydan muharebesi yapılmasına karar verildi. Selâhaddîn, ordusunun ağırlıklarını burada bırakıp, 1 Temmuz 1187 Perşembe günü sabahleyin Taberiyye’nin batısındaki dağın eteğinde, Lûbya ovasındaki Kefr-sebt denilen yerde konakladı. Burası bir meydan muharebesine elverişliydi. Öncü birlikler Safüriyye’deki düşman askerleri üzerine ok atarak, onları tahrik ettiler. Fakat, düşman bir meydan muharebesini göze alamadığı için, yerinden ayrılmadı. Bunun üzerine, Selâhaddîn ordusunu harb nizamında bırakarak, yanına kuşatma askerlerini alıp akşama doğru Taberiyye’yi kuşattı. Biraz sonra şehrin kale dışındaki kısımlarını ele geçirdi. Bunun üzerine kalede bulunan Raymond’u eşi Haçlı ordusundan yardım istedi. 2 Temmuz Cuma sabahı Haçlı ordusu Safuriyye’den Taberiyye istikametine yürüyüşe geçti.
Selâhaddîn bunu duyunca, senelerden beri beklediği fırsatın doğduğunu gördü. Allah’a hamdedip, hemen ordusunun başına döndü.
Düşman ordusu tepeye ulaştığında III. Raymond eski bir kuyuyu aramaya koyuldu. Kuyunun kurumuş olduğunu görünce “Ülkemizi kaybettik” diyerek çığlığı bastı. Bu arada Müslümanlar, Hristiyanların Taberiyye gölüne ulaşmalarını enellediler. Aynı zamanda Hıttin tepesindeki kuru otlanı da ateşe verdiler. Mevsim yaz olduğu için, düşmanları mevsim ve savaşın ateşi kuşatmıştı.
Ama Selâhaddîn ise ordusunu bölük bölük gezerek onlara sabrı, sebatı ve takvayı aşılıyordu. Temmuz ayının ikinci cuması Haçlı orduları tamamen kuşatılmış durumdaydı. Çoğu batı tarihçileri bile Haçlı ordularının bu çemberi yarıp geçmelerinin mümkün olmadığı görüşündedirler.
583 H. (Rebiülahir) Cumartesi günü düşmana karşı saldırıya geçtiler. III. Raymond mağlubiyetinin kaçınılmaz olduğunu kabul etti. O gün çok şiddetli çarpışmalar oldu. Düşman her taraftan kuşatılmış ne ileri ne de geri gidebiliyordu. Haçlılar kurtuluş için yaptıkları her hamlede ağır kayıplar verdiler. Düşmanın safları parçalandı. Kaçmak isteyen bir gurup imha edildi. Düşmanın bir süvari birliği, savaşın kaybedildiğini görünce, ani bir hücumla Selâhaddîn’in kardeşi oğlu, Tak’iyyüddin’in safları arasından kaçtı ve Trablus’a gitti. En sonunda Kral Guy’ın etrafında kenetlenen askerler Hıttin tepesine çekildiler. Selâhaddîn’in yanında bulunan oğlu, her hücum sonrası, onları hezimete uğrattık diye bağırıyordu. Babası Selâhaddîn ise Kral Guy’ın çadırını düşürmeyinceye kadar onları hezimete uğratmadık sayılır, diyordu. Müslüman askerleri atlarından inerek, Kral ve askerlerinin üzerine hücum ettiler. Kralın çadırından başka bir çadırın kurulmasına izin vermediler. Şövalyeler, kralı korumak için hamlelerde bulundularsa da fayda vermedi. Akka piskoposu öldürülüp gerçek haç Müslümanların eline geçti. Arkasından direnen bütün Şövalyeler esir alındılar veya öldürüldüler.
Tarihçiler der ki: “Öldürülenlere bakan kişi, kimse esir edilmemiş, esir edilenlere bakan kişi ise kimse öldürülmemiş sanırdı.”
İbni Esir, bu savaşın haçlılar için olan ciddiyetini şöyle açıklar:
“Savaş başladıktan sonra bir yıl devam etti. Yeryüzü onların uzaktan görünen toplu kemiklerine şahit oldu.”
Kral Guy, Renaud de Chatillon, kralın kardeşi Gadefroi, Cübeyl sahibi II. Hugue de esir düşenler arasındaydılar. Selâhaddîn şükür namazı kıldıktan sonra önde gelen esirlerin getirilmesini emretti. Kral Guy ve Renaud de Chatillon dahil ileri gelen esirler getirildiler. Selâhaddîn-i Eyyûbi, kralı yanına oturtarak, korkusunu gidermeye çalıştı. Çok susuz olduğu için ona su verdi. Kral içtikten sonra suyun kalanını Renaud’a verdi. Selâhaddîn, Renaud’a suyu kendisinin vermediğini söyledi. Sonra Renaud’a anlaşmalara riayetsizliğini hatırlattı. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’e söylemiş olduğu alaylı sözlerden dolayı Selâhaddîn vermiş olduğu yemine bağlı kalarak onu kendi eliyle öldürdü.
Hıttin meydan muharebesi Haçlı seferleri tarihinde en önemli savaşlardan biridir. Çünkü bu savaş sayesinde Haçlı kuvvetlerinin büyük bir bölümü imha edilmiş, Selâhaddîn de bundan sonra hızlı bir fetih hareketine girmiştir.
Bir kaç ay içerisinde 80’e yakın şehir, köy, kasaba ve kale geri alın mıştır. O gün fethedilen yerler bugün Yahudilerin işgal etmiş olduktan Filistin’deki mesafenin üç-dört misli kadardır.
Selâhaddîn-i Eyyûbi hemen Kudüs’ü fethetmeyi uygun görmedi. Kudüs’ü Avrupalılardan arındırdıktan sonra Biladı Şam’ın sahillerindeki Akka, Askalan, Sayda, Beyrut ve Yafa gibi önemli şehirleri aldı. Aynca Sur’u da kuşattı. Bu bölge halkı can ve mal güvenliğine karşılık şehirlerini, hiç mukavemet göstermeden barış içinde teslim ettiler.
Selâhaddîn, Sayda’yı kuşattığı zaman, Sayda kontu Balian d’ibelin Kudüs’e gidip karısı ve çocuklarını alması karşılığında, şehri barış içinde teslim edeceğini söyledi. Ayrıca Selahaddîn’e bir gece dışında Kudüs’te kalmayacağına dair yemin etti. Balian d’ibelin Kudüs’e girdiği zaman etrafını çocuklar, kadınlar ve yaşlılar sardılar. Ağlayarak, ondan kendilerini korumasını istediler. Bunun üzerine Balian d’ibelin, Selâhaddîn’e olan yeminini bozarak şehri korumaya karar verdi. Çocuk ve yaşlılara bile askeri eğitim vererek onları savaşa hazırladı. Daha sonra Selâhaddîn’e bir heyet göndererek şehir hakkında müzakerelerde bulunmayı talep etti. Ama Selâhaddîn onlara “Frenkler 91 yıl önce Kudüs’ü nasıl teslim aldılarsa öyle (savaşarak) teslim alacağını” söyledi. Haçlılar ise Kudüs’ü teslim etmeyeceklerini bildirdiler.
Selâhaddîn “Bilad-ı Şam”ın sahil kentlerinin çoğunu Haçlılardan arındırdıktan sonra, Kudüs’e geldi. Kudüs’ü, Kuzeyinden muhasara altına aldı. Mancınıklarla surları bombardımana başladı. İki taraf arasında çok şiddetli çarpışmalar ve yiğitçe mübarezeler oldu. Haçlılarda yenilme alâmetleri belirdi. Bunun üzerine bizzat Balian, konuyu Selâhaddîn ile görüştü. Selâhaddîn-i Eyyûbî’den olumsuz cevap alınca, Balian şöyle dedi: “Ey Sultan, ölümden kurtuluş olmadığını görürsek, vallahi çocuklarımızı, kadınlarımızı öldürür, mallarımızı ve eşyalarımızı yakarız. Size ganimet alacak bir şey, esir olacak bir insan bırakmayız. Sonra Kubbet el-Sahrâ ve Mescid el-Aksâ gibi mukaddes yerleri tahrip ederiz. Bundan sonra, yanımızda esir olan binlerce Müslümanı öldürürüz. Sonra hep birlikte size karşı çıkar, canını ve kanını müdafaa eden bir kişi gibi sizinle savaşırız.” Bunun üzerine Selâhaddîn emirleriyle meseleyi görüştükten sonra fidye karşılığı düşmana aman vermeyi kabul etti. 27 Recep H. 583/M. 1187’de Cuma günü Kudüs'ü teslim aldı. Şehirdeki Hıristiyanlar 40 gün içinde adam başına 10’ar, kadın başına 5’er, erkek olsun kız olsun çocuk başına l ’er dinar (altın) fid ye ödeyerek şehri terkedip istedikleri yere gidebileceklerdi. Selâhaddîn, onlara ayrıca bu fidyenin ödenmesinde sonradan bazı kolaylıklar tanıdı. Bazılarını fidye ödemekten muaf tuttu. Kırk gün içinde, şehirdeki Hıristiyanlar çeşitli şekillerde fidyelerini ödeyerek veya muafiyete uğrayarak, şehirden çıktılar. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin, kadınlara, çocuklara ve diğer Hıristiyanlara karşı iyi davranışları bizzat Haçlılar tarafından takdirle övülmektedir. Selâhaddîn’in, yumuşaklığı ve affı karşılığında, Haçlıların Kudüs’e vahşice saldırılan ve 70 bin Müslümanı amansızca öldürmeleri vardı.
Selâhaddîn’in fetih seferleri Kudüs alınınca da bitmemiş, Kudüs civarındaki bir çok kent alınıncaya kadar devam etmişti. Sadece fethedilmesi gereken Sur, Trablus ve Antakya kalmıştı. Bu arada Kudüs’ün müslümanlar tarafından geri alınması üzerine, Papa III. Urbanus kederinden ölmüş, yerine geçen VIII. Gregorius bir beyanname neşrederek, Katolik dünyasını yeni bir Haçlı seferine davet etmişti. Onun da ölümü üzerine III. Clemens papa olup yeni bir Haçlı seferi için hazırlıklara başlamıştı. Avrupa’da piskoposlar Hz. İsa’nın bir araptan dayak yerken yüzü kana bulanmış bir resmini yaparak "İşte Mesih’i müslümanlann peygamberi Muhammed dövüyor’’ diye propaganda yapıyorlardı. Ayrıca, mezar üzerinde duran adamın yapıldığı bir tabloyla da “İşte Hz. İsa’nın mezarı üzerine Selâhaddîn’in atları pisliklerini yapıyorlar...” diye Hıristiyan alemini kışkırtarak müslümanlar aleyhine yenide ayaklandırmışlardı. Piskoposluk yeni bir Haçlı seferi için bütün Hıristiyan halkına %10’luk vergi uygulamaya başladı. Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye karşı, bütün Avrupa harekete geçmişti.
III. Haçlı seferine ilk yardımı gönderen II. William idi. İçinde binlerce asker ve savaşçının bulunduğu Norman donanmasını Antakya ve Trablus kentlerine gönderdi. Bu arada Alman İmparatoru Frederich Barbarossa’nın 100.000 kişilik bir orduyla kara yolundan gelmekte olduğuna dair haberler geliyordu. Barbarossa, ordusunun başında Regensbourg’tan hareket etmiş, Macaristan’dan geçtikten sonra, Bizans topraklarına girmişti. Selâhaddîn-i Eyyûb ile Bizans İmparatoru’nun arası iyi olduğu için İmparator, Alman Haçlılarına ait haberleri ona bildiriyor, Almanların bu meşakkatli kara yolculuğuyla yıprandığını yazıyordu. Aynı zamanda Selahâddîn’e Kilikya pis koposundan da Alman Haçlılarına dair devamlı şekilde haberler gelmekteydi. Bu da bizlere Selâhaddîn’in Hıristiyan cephesindeki başarısını göstermektedir. Ancak Bizans İmparatoru İsaakios Angelos, Alman Haçlılarıyla başedemeyince ülkesinin topraklarından geçmelerine engel olamadı. Bu sırada Anadolu Selçuklu Devleti kriz içerisinde olduğundan II. Kılıç Arslan da Alman ordusunun ülkesinden geçmesine mani olamadı. Ancak Barbarossa’nın Kilikya sularında boğulması üzerine, Haçlılar daha da zayıfladılar. Dolayısıyla Müslümanlar Şam’ın Kuzeyinde bir çok esir almayı başardılar. Barbarossa’nın yerine geçen oğlu Frederich Vön Schwaben kalan askerlerin başında Antakya’ya doğru yoluna devam etti. Sonunda Frederich Vön Schwaben Akka önündeki Haçlı karargahına vardı.
Haçlı Seferine katkıda bulunan sadece Alman Haçlıları değildi. Bu arada Fransız Kralı Philipp Auguste ile İngiltere Kralı Richard Ceur de Lion (Arslan Yürekli Richard) da gerekli hazırlıkları tamamladıktan sonra donanmalarıyla yola çıktılar. Richard, Kıbrıs adasına ulaştıktan sonra Bizanslılarla savaşa girdi. Bizans İmparatoru İsaakios’u yenerek, savaş için gerekli ihtiyaçları da aldıktan sonra Bilad-ı Şam’a doğru devam etti.
Selâhaddîn-i Eyyûbî Kral Guy’ı Avrupa’ya dönmek ve kendisine karşı hiç bir zaman silah kullanmamak için İncil üzerine yemin ettirdikten sonra onu serbest bıraktı. Kral Guy, Sur kentine doğru yöneldi. Ancak Sur Kontu, Konrad, Kral Guy’ın kente girmesine izin vermedi. Bunun üzerine Kral Guy, Sur kentinin sınırları dışında bir karargâh kurdu. Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye şehirlerini teslim eden Haçlı yenikleri de Kral Guy’a katıldılar. Ayrıca Avrupa’dan deniz yoluyla gelen başka Haçlı gurupları da Kral Guy’la birleştiler. Kral Guy, Sur kentinin sınırları dışında Haçlılardan oluşan büyük bir birliğin toplandığını görünce, Selâhaddîn’e verdiği sözden vazgeçerek Akka’yı kuşatmak için Akka’ya doğru yöneldi. O sıralarda Selâhaddîn-i Eyyûbî de Akka’da Şakif kalesini kuşatma altında bulunduruyordu. Kral Guy da Akka’yı kuşattıktan sonra, Akka’yı kara cihetinden kuşatma altına aldı. Ayrıca karargâhı etrafında hendek kazarak içini suyla doldurdu. Bu arada Avrupa’dan deniz yoluyla gemiler gelerek Kral Guy’ın birliklerine katıldılar. Böylece Akka, hem kara dan hem de denizden kuşatılmış oldu. Müslümanlar da Haçlı ordugâhına hücum ederek şehre olan düşman tazyiki azaltmaya çalışıyorlardı. Haçlılar ölülerini ve yaşama ihtimali az olan yaralılarını dahi şehrin surlarının etrafındaki hendeğe atarak hendeği doldurmaya gayret ediyorlardı. Bu arada Akka üzerindeki çarpışmalar gittikçe şiddetleniyordu. Özellikle de Fransa ve İngiltere Krallarının gelmekte olduğuna dair haberlerin ulaşması Haçlıların maneviyatını arttırdı. Karadan ve denizden olmak üzere iki taraf arasındaki çarpışmalar yaklaşık olarak iki yıl sürdü. Bu arada kesintisiz Avrupa’dan yardım geliyordu. Bahaüddin bin Şeddad şöyle demektedir: “Haçlılara bir günde ikindi ve akşam namazlan arasında ulaşan gemi sayısı tam 70 tane idi.” Bu da bizlere Selâhaddîn’e karşı, Avrupa'nın bütün varlığıyla mücadele ettiği gerçeğini göstermek tedir.
Buna karşılık Selâhaddîn ise Müslüman ülkeler ve hükümdarlarından yeterli yardımı alamıyordu. Selâhaddîn-i Eyyûbî, Muvahhidiler hükümdarına yazmış olduğu bir mektupta şöyle söylüyordu: “Nasıl olur da küfür kendi milletine yardım eder, îslam kendi milletine yardım etmez?!” Muvahhidiler büyük bir donanmaya sahip oldukları halde Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye herhangi bir yardımda bulunmadılar.
587’de Akka, Richard’a (Arslan Yürekli) teslim oldu. Müdafîlerin sayısı 2700’e ulaşıyordu. Zaten teslim olmanın şartlarından biri de müdafilerin can güvenliğinin sağlanması idi. Ancak Richard, anlaşmayı bozarak bütün müdafileri acımasız bir şekilde öldürdü. Bu durum Selâhaddîn-i Eyyûbî’yi öfkelendirdiği için o da Haçlı esirlerini öldüreceğine dair yemin etti. Yeminini de yerine getirdi...
Richard ordusuyla birlikte, Hayfa ve Askalan’a doğru yöneldi. Selâhaddîn-i Eyyûbî, Haçlıları açık bir alana çekmek istediyse de ancak Haçlılar gemileriyle birlikte sahile yaklaştılar. Etraftan yapılacak muhtemel bir Müslüman taarruzuna karşı hemen cephe alabilmek için Haçlı ordusunun merkezi ortada, sol cenahı arkada, sağ cenahı önde bulunuyordu. Arsufa ulaşınca, Müslümanlar güçlü bir hücuma geçtiler. Ancak Richard birliklerini toplayarak kısa bir süre sonra aynı şekilde karşılık verdi. Bu sırada Müslümanlar safında büyük bir zayiat verildi. Müslümanların bir bölümü de Arsuf ormanlarında saklandı. Bu arada Selâhaddîn savaş alanında yalnız başına kalarak “Ey İslam Ehli!” diye müdafilere çağrıda bulunuyordu. Daha sonra savaş alanından ayrılan Müslüman askerlerin bir bölümü tekrar geri dönerek Selâhaddîn’le bilikte çarpışmaya devam ettiler. Bu sırada Selâhaddîn askerlerini toplayarak Askalan’a yöneldi. Askalan’a vardığında surlardan yararlananlasın diye Haçlı ordusu surları yıktı. İki taraf arasında çarpışmalar oldukça şiddetliydi. Richard tekrar Kudüs’e yönelmek istedi. Ancak Selâhaddîn yaşadığı sürece Kudüs’ün alınmasının mümkün olmadığını bildiği için amacından vazgeçti.
Barışa ulaşmak için iki taraf arasında müzakereler başladı. Müzakereler sonucu 22 Şaban 588 H.’de Remle ateşkes anlaşması imzalandı.
1) Barış, 1192 Eylül’ünün 2’sinden başlamak üzere 3 yıl ve 3 ay müddetince yürürlükte olacak.
2) Lüdd ve Remle’nin tamamı veya yarısı Richard’a verilecek.
3) Salahaddini Eyyûbi “İsmailiye” bölgelerini Müslümanların idaresine, Kral Richard da Antakya ve Trablus’u Haçlı idaresine alacak.
4) Askalan, onarılmadan olduğu gibi kalacak.
Barış anlaşmasından sonra Richard, Akka’ya yönelirken Selâhaddîn-i Eyyûbî de şehrin onarımı için Kudüs’e gitti. Böylece tekrar yeniden Kudüs’ü alma ümitleriyle başlamış olan III. Haçlı Seferleri amacına ulaşmadan sona erdi. Haçlı ordularının Avrupa’dan almış oldukları bütün güç ve kuvvetlerine rağmen, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Haçlılar karşısında gösterdiği azim, sebat ve onlara karşı giriştiği amansız mücadele, Haçlılara Kudüs’ü geri almanın imkansızlığını gösterdi.
Remle Barış anlaşması Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin gücünü toparlaması için sadece bir süreden ibaretti. Selâhaddîn’in kardeşi Adil ve oğlu Afdal’a da bildirdiği gibi amacı, İslam aleminin birliği ve kuvveti için Anadolu, Ahlat, Azerbaycan ve İran'ın fethine çıkmaktı. Ancak ömrü bu düşündüklerini gerçekleştirmesine yetmedi ve 4 Mart 1193 (27 Safer 589) çarşamba sabahı hayata gözlerini yumdu.
Selâhaddîn-i Eyyûbî, Hz. Ömer’den sonra, Kudüs’ü fetheden ikinci büyük ünvanın sahibidir. Selâhaddîn-i Eyyûbî, büyük bir kumandan, devlet adamı, kültürel ve insani değerlerin hamisi idi. Müttaki, dünya hayatına önem vermeyen her türlü bencillikten ve kibirden uzak ideal bir devlet adamı idi. Onun cihad’a olan sevgisi şöyle anlatılmaktadı Yusuf bin Kabid, Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye ikamet etmesi için Dımaşk’da bir ev imar etmiş ancak Selâhaddîn; "Allah’u Taâla bizleri, Dımaşk veya başka bir yerde ikamet etmekten ziyade, O’na kulluk ve O’nun yolunda cihad edelim diye yaratmıştır.” diyerek, o evde ikamet etmeyi reddetmiştir. İbn Şeddâd, “Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kalbindeki derin cihad sevgisi onun bütün hayatım kapsamıştı.” demektedir. Bütün ihtimamını savaş aletleri, asker ve müdafîler oluşturmaktaydı.
Selâhaddîn-i Eyyûbî, vatanını, evlatlarını ve sevdiklerini Allah rızası için, cihad etmek üzere terketmişti. İbn Şeddâd başka bir açıklamasında “Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin en çok arzuladığı ölüm Allah yolunda şehit olmaktı." demektedir. Defnedilme saati yaklaştığında Veziri Kadı el-Fâdıl, “belki Cennete girdiğinde ona dayanır” diye, kılıcının da Selâhaddîn-i Eyyûbî ile birlikte defnedilmesini emretti.
Bu makale, 1996'da Dr. Ahmet Bilgin'in başkanlığı döneminde, Diyarbakır Belediyesince düzenlenen Selâhaddîn-i Eyyûbî Sempozyumunda Prof. Dr. Ali Muhammed Udeh el-Gamidî'inin sunum metninden alınmıştır.